28 Şubat 2010 Pazar

Hayat Detaydır


Gol sayılmadı ama o gole giden ilaveyi maç esnasında bir halt olabilir diye kayıt etmiştim. Gökhan, Ekrem'in ısrarlı bir şekilde gösterdiği üzere karşıdan çıksa bu tartışmalar hiç yaşanmayacaktı. Ekrem'in gösterdiği yerden çıksa zaman başka şekilde kırılacak İBB golünü bulamayacaktı ama bizim derdimiz poüler deyimle "karma"dır...

24 Şubat 2010 Çarşamba

Gerizecacau...

Gol attın da maç boyu harcadıklarına ne demeli; bir de hakemin son düdüğüyle kollarını kaldırıyorsun. Neye seviniyorsun. Alt mı oynadın?

Fuat Akdağ 21 Yıl Evvel


Dün gece "bir rakamı" yüzünden 2 haftalık emeğim boşa gitti. Elde olmayan şartlardan ötürü sözümüz tutulmadı. Okuyanlara karşı mahcubuz. Belki bu nostalji affettirişe yardımcı olur...

23 Şubat 2010 Salı

Wenger'de Arif Korkusu

Monaco maçı öncesi Wenger, Arif Erdem'in teatral yeteneği nedeniyle açıklama yapmak zorunda kalıyor...
Bugünü ortak paydada buluşmuş iki kişiye ayıracağız. İlki Milliyet arşivinden olsa da günün sonuna doğru kurguladığım kısa bir detayı okuyabilirsiniz.

22 Şubat 2010 Pazartesi

22.02.2010 Fenerbahçe-Bursaspor



Bursaspor lig, Fenerbahçe Ziraat Kupası şampiyonu olmayacaksa iki müsabıkın 2009-10 sezonunu ilgilendiren son maçını izledik. Fenerbahçe klasik düzeni olan 4-4-1-1 ile diziliyken Bursaspor, Denizlispor’un ikinci yarının başında Fenerbahçe’ye karşı oynadığına benzer bir düzendeydi. 4-2-4 açık bir şekilde belli olmasa da gerek Volkan Şen gerek de Ozan İpek beklerine karşı yardımsever olmadıkları için 4-4-2 dizilişini uygun görmüyorum. 4-4-1-1 ise Batalla’nın Turgay’la yan yana oynamasından ötürü pek anlam ifade etmiyor. Batalla’nın Turgay’ın arkasındaki kısa süresi Ömer Erdoğan’ın başına aldığı darbe sonucu saha kenarında tedavi görmesiyle önünde oynayanların bir geri kaymasıyla sağlandı. Beklerde ise Trabzon maçında arka direkte uyumasından ötürü Keçeli-Yenal değişikliğini gördük ve belki de Ertuğrul Sağlam’ın maç evveli planlarındaki en büyük eksiklik buradan kaynaklanıyordu. Zaten iki takımın da hücum bekleriyle zirveye tırmandığını biliyoruz. Hücum becerisi Keçeli kadar kafi olamayan Yenal, karşısında temposunu bulamamış Özer varken bile ileriye destek çıkamadı. Tabii ki hücum becerisi yeterli olan Ali Tandoğan’ın da önündeki Volkan Şen’e yardım edemeyerek takımının hücum opsiyonlarını arttıramadığı da diğer bir gerçek. Özür olarak sunabileceği şey Andre Clarindo dos Santos’un Vederson’la uyumlu görüntüsüydü. Alex’İn golünde defansif orta sahaları Cristian’ın pasıyla paralize olunca İbrahim, Alex’in peşinden koşmak zorunda kaldı ve ilk yarıdaki tek hatası gole çevrildi. Bursaspor da Gökhan Gönül’ün atağa kalktığında topu kaptırması sonucu Batalla’nın geçen haftaki kafasını bir kez de Fenerbahçe’ye tattırdı. Bu adam da çekirge büyüsü var ve Afrika tecrübesiyle Muhsin Ertuğral da çare olamazsa bu yaraya, ülkem savunmalarına yeni bir Jaba buhranı hayırlı olsun deriz. İlk yarının son 15 dakikası ve ikinci yarının ilk 5 dakikası gayet rahatlıkla atılabilir. Önder Turacı’nın sağ beke çakılı kalmasıyla görünürde dörtlü ama içgüdüsel olarak üçlü savunmaya denk geldik. Fenerbahçe’nin savunmasının simetrisinde ise zaten maç boyu kanlı başından ötürü hemzeminden kombine alan Ömer Erdoğan yüzünden ceza sahası ve havalisini tek başına koruyan İbrahim Öztürk’ün zaman ilerledikçe uzmanlaşması durumu eşitliyordu. Sonrasında maç yıldızlığına ortak bir adam çıkartıyordu Bursaspor. Nazarımda Sercan’dan bile daha yararlı bir adam olan Ozan İpek sahneye çıkıyor ve Baroni yansımalı bir gol atıyordu. Daha sonra nafile baskılarını kurgulasalar da yine bir Baroni hatasıyla 3. gol ve Bursaspor, Galatasaray’dan sonra 2-0’dan maçı kendi lehine çeviren ikinci takım oluyordu.

Avrupa Ligi Seyirci Ortalamalarına Dair


Uefa Avrupa Ligi taraftarlar tarafından kıtanın tamamında gösterilen ilgiyle, geçen sene UEFA Kupası adıyla düzenlenen turnuvanın aynı eleme turuna göre, cirosunu büyük ölçüde arttırmıştır.

Tribündeki izleyici sayılarının ortalaması geçen seneye nazaran maç başına 5000 kişilik bir artış göstermiştir. 16 maçın oynandığı turnuvanın bu aşamasında ilk ayak maçlarında 26,953’lük bir ortalama yakalanmıştır ve geçen sene bunun 21,512’de kaldığını görmekteyiz.

2008/09 sezonunda ilk ayak maçlarında en çok seyirciyi Aston Villa 38,038 ile CSKA Moskova karşısında tribünlere çekebilmişti. Bu sezon ise üç mekânda daha şimdiden 40,000 kişinin üstüne çıkıldı.

Turnikelerin en çok çalıştığı yer Atina’daki Olimpiyat Stadyumu oldu. Pana-Roma arasındaki maçı tam 54,274 kişi seyretti. Bu karşılaşmayı 51,736 ile Ajax-Juventus ve 40,450 kişiyle Liverpool-Unirea maçları takip etmiştir. Bilbao ve Hamburg’da da 30,000’den fazla insan koltuklarındaki yerlerini aldı.

Seyirci patlamasının sonucunda ortaya çıkan tablo 16 stadyumun kapasitelerinin yüzde 68.6’sının dolduğunu göstermektedir. Geçen sezon doluluk oranı yüzde 66.8 idi. Seyirci sayısındaki büyük sıçrayış hem Avrupa’daki futbol takipçilerinin tasdikini belirtirken hem de turnuva organizatörlerinin yüreklenmesine kaynak oluşturmaktadır.

Buraya kadar UEFA’nın yaptığı haberi birebir aktardım. UEFA’nın bu verileri kendine yontup yontmadığına bakacağız. Çünkü 16 maçın toplamına baktığımızda 80,000 kişinin daha stadyumlara akın ettiği görülüyor ama bunun ne kadarı doğru. Öncelikle geçen dönem 16 maçın oynandığı eleme turunun ilk ayağındaki takımların toplam stadyum kapasitelerini çıkardım. 2008-09 sezonunda 16 stadyumun toplam koltuk kapasitesi 525,414 idi.

Takım

Stadyum

Kapasite

Uefa Ortalaması

Marsilya

Vélodrome

60,031

40,000

PSG

Parc des Princes

48,713

25,875

Fiorentina

Artemio Franchi

47,282

19,018

Aston Villa

Villa Park

42,788

32,681

Werder Bremen

Weserstadion

42,358

33,134

FC Kopenhag

Parken

38,050

20,967

Sampdoria

Luigi Ferraris

36,536

15,886

Bordeaux

Chaban-Delmas

34,462

22,243

Olympiakos

Georgios Karaiskakis

33,334

32,371

Braga

Estádio Municipal de Braga

30,154

10,142

Shakhtar

RSC Olimpiyskiy

26,100

25,000

Lech Poznan

Miejski

24,166

19,689

Zenit

Petrovsky

21,570

18,543

Dinamo Kiev

Valeriy Lobanovskiy

16,900

16,873

NEC

De Goffert

12,470

12,312

Aalborg

Aalborg

10,500

9,362



525,414

354,096

2008-09 Sezonu

Ülke

Takım Sayısı

Fransa

3

Danimarka

2

Ukrayna

2

İtalya

2

İngiltere

1

Hollanda

1

Almanya

1

Rusya

1

Yunanistan

1

Portekiz

1

Polonya

1

Bu sezon ise 655286 boş koltuktan bahsedebiliriz.

Takım

Stadyum

Kapasite

Uefa Ortalaması*

Hertha Berlin

Olympiastadion

74,500

13,668

Panathinaikos

OACA Spiros Louis

71,030

32,512

Hamburg

Hamburg Arena

57,274

40,247

Atletico Madrid

Vicente Calderon

54,851

33,629

Ajax

Amsterdam Arena

52,328

30,929

Liverpool

Anfield

45,276

41,339

Everton

Goodison Park

40,157

26,344

Athletic Bilbao

San Mames

39,750

31,667

FC Kopenhag

Parken

38,050

16,072

Standard Liege

Maurice Dufrasne

30,143

24,715

Rubin Kazan

Centralniy

30,000

23,818

Club Brugge

Jan Breydel

29,042

22,524

Fulham

Craven Cottage

25,700

21,088

Villarreal

El Madrigal

25,000

9,500

Twente

FC Twente

24,000

21,133

Lille

Lille Métropole

18,185

15,511



655,286

404,696

2009-10 Sezonu

Ülke

Takım Sayısı

İspanya

3

İngiltere

3

Hollanda

2

Belçika

2

Almanya

2

Rusya

1

Danimarka

1

Yunanistan

1

Fransa

1

Uefa’nın gösterdiği maç başına ortalama 5,000 kişilik(toplamda 431,248 kişi maça gitmiştir) yükselişin koltuk kapasitesinden kaynaklandığı apaçık görülüyor ama asıl veri olan yüzdedeki artışın nedenlerinin başında İspanya, İngiltere, Belçika, Hollanda ve Almanya(Hertha 13,684 seyirciyle bozsa da) takımlarının 10 tanesinin bu yılki tabloda kendine yer bulması geliyor. Bu ülke takımlarının stadyumlarını 2008-09 sezonunda yer alan ülkelerden daha fazla doldurduklarını (seyirci/koltuk kapasitesi) düşündüğümüzde(özellikle İtalyan ve Fransız kulüpleri geçen seneki görece düşük ortalamanın faktörüdür) UEFA’nın yaklaşık yüzde 2’lik artışının bile çok gerçekçi olmadığını düşünüyorum(%68.6-%66.8). Geçen seneki seyirci ortalamalarına göre artış sadece Şampiyonlar Ligi’nde olmuştur(takımların değişmediğini varsayarak daha doğru saptamada bulunabiliyorum). UEFA’nın Avrupa Ligi’ne atfen yaptığı seyirci patlaması tabiri çok da gerçekçi değil gibi gözüküyor. Tek değişmez veri olarak FC Kopenhag’ın bu seneki ve geçen seneki verileri de karşılaştırılabilir.

*Son oynanan maçtaki seyirci sayısı değildir.


21 Şubat 2010 Pazar

21.02.2010 Beşiktaş-Galatasaray


Kimse bana Nobre golcü dedirtemez ama şu bir hakikat ki adam 18 içerisinde karmaşanın efendisi…
İki takım da 4-2-3-1 düzeniyle başladı. Galatasaray’da kendi adıma şaşırdığım olay Özbek’in Mustafa Sarp yerine sahaya çıkmasıydı. Galatasaray’ın en ciddi pozisyonunda son vuruşu yapan kişi Özbek de olsa Sarp’ın natürel golcüsü olmayan takımda duran toplardan gelebilecek tehlikelerde artı değer yaratma şansı elinden alınmıştı. Holosko’nun Nobre’ye yakın bir pozisyon almasından ötürü Galatasaraylılar karargâhı sol kanata kurdu. Caner, Arda ve Elano’nun toplandığı bölgenin yıldızı Elano idi. Beşiktaş’ın ham ataklarının sağ-sol kanat fark etmeksizin Mehmet Topal müdahaleleriyle kurutulması ve Güngör-Neill ikilisindeki ısrar Galatasaray’ın defansif artılarıydı.
Denizli başınızdayken rakip takım hakkında daha isabetli tahminlerde bulunabiliyorsunuz. Her ne kadar beklediğimiz on biri görmesek de Beşiktaş uzun bir aradan sonra ilk yarıyı müsvedde olarak kullanmadı. Hatta son 15 dakika Gençlerbirliği maç sonunun karbon kopyasıydı. Etken olarak da Ekrem Dağ ve Holosko’nun anlık performans yükselmesinden söz edebiliriz. Denizli de Yanal gibi duran topların sıklığını düşünmüş olacak ki Tello’nun hiç değilse bu becerisinden faydalanmayı düşünmesi altı pas içerisinde yeteri derecede karmaşa yaratabildi. Kornerler ardı savunmaya dönmeyen Sivok ve Ferrari de eşleşmelerde sıkıntı yarattı. Bunları da ya şans ya da savunma becerisi savuşturabildi. Holosko’nun meşhur pozisyonundan evvel ofsayt olabileceğini düşündüğümden gol veya gol değil diyerek ahkam kesmeyeceğim.
İkinci yarı öncesi Beşiktaş soyunma odasında "spor yapmalarından" mütevellit endorfin salgılandığını düşünmekteyim zira 35 dakikalık rezaletin adını koyamıyorum. Bir de Toramax’ın sorumsuzca hareketi nedeniyle beynimdeki kan trambolin kullanmaya başladı. Jo da girince kaba etlerini taç çizgisine dayayan Arda’nın rahatlığa kavuşması ve Jo’dan düşen kırıntıları ceza sahası çevresinde toplayarak izleyenleri gole doyurması hiç sürpriz değildi. Nasıl geçen hafta Rüştü’yü savunduysak bu hafta da kendisine batıralım iğnemizi. Başına en beklenmedik şeyleri açan bir adamın ayağına top geldiğinde neden ama neden teyakkuz halinde olmazsın. Gol ardından gelen Arda sakatlığı ve Elano değişikliği Beşiktaş’ın baskılı gözükmesine neden oldu ve ilk yarıda başarılamayan hadise Sivok’la halledildi. Galatasaray’ın bundan sonra yine istediğini alabilecek kapasiteye çıkma çabasına sahadaki ayakların becerisi yetmedi ve ligdeki bir puan daha buharlaştı.

Süper Kahraman Yılmaz Vural...

Yorumsuz

Beşiktaş Nasıl Gol Atabilir?










Hem hayalimizdeki kadroları vermiş olalım hem de Rijkaard'ın bu ofsayt kuralından nefret etmesine dayanan sanal bir gol çizelim...

Galatasaray A.Ş. !



Satış taktikleri çok garip geldiğinden son resimdeki yazıda unuttukları oval içindeki ekleme benden...

20.02.2010 Trabzonspor-İBB






Geçen haftaki maç yazısını (Gökhan Ünal özelinde) mutsuz bir evliliğin toplumu da mutsuz ettiğini belirterek bitirmişiz. Bu haftamıza ise Avni Aker’de bir taraftarın kız arkadaşına pankartla evlilik teklifi sunması çok büyük güzellik kattı. Öyle ki ilk yarıdaki siyah oyunun tümünü alçıyla sıvayabildi. Araya 15 dakika girince de Kış Olimpiyatları’nın ilk üç günü yüzünden jet-laga binmiş beden bir türlü ödeyemediği uyku borcunu ödemeye koyuldu. Sanmayın ki maçtan koptum. Mustafa Denizli’nin meşhur sanal maçları varsa, benim de REM uykumda Trabzonspor-İ.B.B. maçının ikinci yarısı oynanmıştır. İkinci yarıyı yazının bundan sonraki 4-5 cümlesini bilgisayara aktardıktan sonra izleyeceğim için, maçın reel devamının da istediğim kıvamda olmadığını ihtimaller arasına katarak, rüyama değineyim. Uyku esnasında yüzüm kızardı mı bilemiyorum ama Şenol Güneş’e Ömer Aysan’ı çıkardığı için tıpkı 2002’deki Mansız tavrı nedeniyle sarf ettiğim hafif kelimelerden sarf ettim. Trabzonspor İ.B.B.’nin yedi kabuğundan birini bile soyamamışken Song’un geçen haftaki performansına göre artı değer yaratmış Aysan oyundan alınınca haliyle isyan ediyorsunuz. Rüyanın devamında Trabzonspor didinip duruyor ama sürekli duvara çarpıp geri dönüyordu. Maç golsüz bitiyordu. Bir metrobüs dolusu (pehpeh)İ.B.B. taraftarı taşıtları bozulunca şehir içindeki bir kahvehaneye girip! tamiratın bitmesini beklerlerken ben de kozamı yırtarak gerçek yaşama dönüyordum. Birazdan ikinci yarı başlayacak ve yazdıklarımızın ne kadarı gerçekleşecek merak ediyorum…
Devre arasında gerçekleşen Ömer Aysan-Gabriç reel dünya değişikliğiyle anlıyoruz ki hiç birimiz aslında uyumuyoruz. Algılarımız açık şekilde kendimizi beklemeye alıyoruz. Bilgilerin aktığı bir ortamda uyursanız istihareye yatmaktan bahsetmeniz pek anlamsız kaçıyor. Şenol Güneş ,Gabriç’in Asanoviç ağına tam anlamıyla takılması adına yaptığı değişiklikle teorideki kötülüğün uygulamada da netice vermeyeceğini ispat etmiş oldu. Kendisine teşekkürü borç bilirim. Bu değişiklikle Serkan beke geçerken Gabriç de önüne sürüldü. Alanzinho’nun yerine giren Teo ise Umut’un uçtaki partneri oldu. İ.B.B. de tıpkı Trabzonspor gibi iki oyuncu değişikliğiyle başladı ikinci yarıya. Bu değişimlerin ardından sistemini değiştiren teknik adam Abdullah Avcı oldu. 4-4-3’leri 4-4-2’ye evirildi. Can Arat, Barbosa’nın yerine alındı ama sol stoperde değil sağ stoperde ikamet etti. Ergün Berisha da orta dörtlünün soluna yerleştirildi.
Trabzonspor da İ.B.B. de ikinci yarıda ataksal anlamda ilk yarıya nazaran etkindi ama “daha etkindi” kelimeleri “nazaran’dan” sonra geldiğinden istenen ve beklenen seviyeden bahsedemeyeceğim. İki takım da ilk yarıda dalgakıran görevindeki orta sahaları rahatça geçmeye başladılar. Bordo-mavililerin Serkan ile sağ kanattan yaratmaya çalıştığı tehlikelere karşılığı Tevfik Köse, İ.B.B. hücumlarında her pozisyona burnunu sokmasıyla verdi.
Kum taneleri azaldıkça da Trabzon’un tipik baskısından ufak kesitler gördük. Belki Ceyhun Gülselam alternatifi Güneş’in önüne serilebilse daha değişik maçtan bahsedebilirdik. Yüreklerin hopladığı iki-üç atak 6-7’ye çıkabilirdi.
Zaten yaratılan 2-3 yangın dışında yer yer oluşan alevleri de bence maçın adamı olan Marcus Vinicius rahatlıkla söndürebilmiştir. Trabzonspor iki haftadır erken gol bulma konusundaki şanını yitirmiş gözüküyor ve bu durumun etkenlerine dair bir liste yaparsak birinci sırada Alanzinho gözükür. Sanata değer vermeyen ülkemde, henüz erken olsa da, Teocu gol atma sanatı geçer akçe olur mu? Trabzonspor’un erken golü kutsayarak başarıya gitmesiyle zor gözüküyor…
Z raporunu alırken Vinicius-Nadarevic göbeğinin gelecek sene aynı takımda birleşmesini diliyorum…



20 Şubat 2010 Cumartesi

20.02.2010 Eskişehirspor-Gençlerbirliği



Tribünlere bakıyorsun Eskişehir her zamanki gibi cümbür cemaat toplanmış, trompetlerle arenaya çevirmiş stadyumu ama Gençlerbirliği’nin 100 tane taraftarı bile yok. Oysa ki kulüp 87 yıllık kabaca 30,000 günlük …
Her 30 günde 1 deplasman taraftarı! yaratsalar 1,000 kişi olmalı en azından, bu sayı her saat 8 bebenin doğduğu Ankara’da çok olmasa gerek. Varsayalım bu 1,000 kişinin yüzde altmışı vefat etti; 400 kişi nerede?
Burhan Eşer’in ofsayt duraklamasıyla topu Ivesa’ya vermesiyle geçtik 40 saniyeyi. Jaycee’nin sol şakağıyla kalenin soluna vuruşunu nasıl başardığını evde denemeye koyulunca az kalsın boynumu kırarak bu dünyadan ayrılıyordum. Neyse ki Wolfhart muskası ilk defa bir işe yaradı…
İki takım da klasik tabirle oyun kurucusu olmadan türlü şeyler yapmaya çalışıyor. Eskişehirspor’un Erkan Zengin desteğiyle 4-2-4 düzeninde yer aldığını Gençlerbirliği’nin ise 4-3-3 ile çayıra salındığını görmekteyiz. Eskişehir’in orta ikilisini oluşturan Doğa Kaya ve Bülent Ertuğrul’un yaratıcılığı vasatın altında, rakibin orta üçlüsünde ise Harbuzi diğerlerine oranla topla daha dostane. Ayrıca Vranjes’in boy avantajından faydalanmak için sürekli içeri daldığı da başka bir detay. Gençlerbirliği bu üsteliklerine rağmen Pektemeksiz kümede zor kalacak cinsten bir görüntü sergiliyor. Doll maç öncesi açıklamasında defanstaki başarının forvet elemanlarına da yansıyacağından bahsetmişken Ivan Radeljic hususunu açmak isterim. Eskişehir’de Bosna-Hersekli Nadarevic sahanın en iyi performansını sunarken vatandaşı Radeljic ‘in bu ülkede ne aradığına mantıklı cevap veremiyorum. İlk yarıda yaptığı hataları sayamadım. Bugün, dirseğine rağmen oyunda kalan İlhan Eker olmasa Eskişehir rahatlıkla kazanabilirdi.
Rıza Çalımbay ilk yarıda Jaycee için Mehmet Yılmaz’ı sol kanatta oynatarak hava topu mücadelelerinden feragat etti. Yılmaz yine de fena oynamadı. Eskişehir’in bu maçtaki ileri göbekteki ikilisinin Yılmaz ve Jaycee’den oluşması gerekliydi çünkü Ümit Karan’ın pazubent dolayısıyla sahada kaldığı aşikâr.
İkinci yarıda Hurşut girene kadar maçın kontrolü kesinlikle ev sahibi takımdaydı. Hurşut oyuna girdiği andan itibaren kesinlikle fark yaratıyor. Zaten yerine girdiği Burhan’dan daha iyi performans sergilemesi için tek olumlu şey yapması yeterliydi. Çalımbay ise Ragıp ve Sezer’i oyuna sürüp iyicene hücuma odaklandı. Mehmet Yılmaz zaten ikinci yarıdan itibaren ortaya çekilmişti. Adem Sarı’nın da girmesiyle rakip ceza sahasının bir kenarından diğer kenarını 4 oyuncu paylaştı. Ragıp ve de bazen ileri dörtlüden ayrılmasıyla Sezer sahadaki yaratım eksikliğini gidermeye çalıştılar. Bir iki pozisyon dışında da başarılı oldukları söylenemez. Beşiktaş’tan giden Erkan Zengin ise nefesi yettiği ölçüde iyi şeyler yapmaya çalıştı ve takımının bir atağı esnasında yerden 1 dakika kalkmayınca da kulübedeki yerini aldı. Sonuçta heyecanlı ama kalitesiz bir maç izledik. Hatta Bayern-Fiorentina maçının ilk yarısındaki sıkıcı oyunun yanında bu maçtaki heyecan tarifsizdir…
Ey Diji! Geçen hafta, Nobre formasını şortunun içine koyarken bu hafta da Serkan Çalık aynı şeyi yaparken uygunsuz görüntülerden kıl payı kurtuluyorsunuz. Başınız bir gün çok ama çok ağrır.

Yanlış Söylem 2 : “Ernst-Tjikuzu İlişkisi”



Aslında yanlış söylem lafı birazdan okuyacaklarınızı pek karşılamayacaktır. Ernst ve Tjikuzu’nun pembe yalanlara daldırılmış sözlerinden bahsedelim. Maarif takvimimizin yapraklarını 2009’un 28 Haziran gününe çevirdiğimizde günün erkek ismi olarak Razundara’yı göreceğiz. O gün Fanatik’te Murat Akbaş imzalı kısa söyleşisinde ne demiş Tjikuzu “Büyük takım atmosferini biliyorum, kendime güveniyorum. Ayrıca bir şeyi daha hatırlatmak isterim. Werder Bremen’de oynarken, geçtiğimiz sezon Beşiktaş’ta harikalar yaratıp alkış alan Ernst benim yedeğimdi. Pizzaro, Ailton ve Frings gibi isimlerle aynı takımda oynadım” mesajlarını yolladı. Hugo Broos’u da tanıdığını belirten Tjikuzu, “Zaten kaliteli bir kadro vardı. Şimdi bir kan değişimi yapıldı. Bunun olumlu yansıyabileceğini düşünüyorum” diye konuştu.
Bir insan kendisini parlatmak, özel bir yere koymak için bu lafları söyleyebilir zira Ernst’in katkısıyla Beşiktaş’ın şampiyonluk kupasını kaldırdığı bir sezonun ardından Fabian’ın ününe basarak havalanmak doğal da karşılanabilir. Razundara’nın bu tavrını şarkıcılıkta istediği yere gelememişin zamanında kendisine vokallik yapanı şimdinin büyük yıldızını aşağılaması ile pek bir fark da göremeyebilirsiniz.
Belki de Trabzon taraftarını hipnoza sokmaya çalışmak istemesinden kaynaklanan sözlere ise Ernst 4-4-2 Aralık sayısında Erdem Kabadayı’nın sorusuyla cevap veriyordu.
E.K:Trabzonsporlu Tjikuzu, FourFourTwo’ya verdiği röportajda(blog yazarının notu: Bu röportaj Kasım ayındaki 4-4-2’da çıkmış olup Fanatik’in söyleşisi Haziran ayına aittir bu nedenle Fanatik’i kaynak olarak gösterdim) ”Türkiye’ye bomba transfer olarak getirilen Ernst, Bremen’de benim yedeğimdi” dedi. Senin bu konuda ve Tjikuzu hakkında söyleyebileceğin bir şey var mı?
F.E:Belki espri yapmıştır(kahkahalarla gülüyor)! Onunla iyi arkadaşız, Werder Bremen’in başarısı için onunla birlikte uzun süre mücadele ettik. Daha çok ben oynadım o yedekti! Size güzel bir şaka yapmış!




Şimdi kırmızılı cümlelerde ikisi de birbirini kendisinin yedeği olmakla alaya alıyor! İşin gerçeği bu mu? Hayır…
Werder Bremen’de ikisi de orta saha oyuncusu olmasına rağmen 2. bölgede farklı yerlerde oynatılmışlardır. Tjikuzu sağa kanada yakınken Ernst sola yakın oynamıştır ve bu ikili bir kere bile birbirinin yerine oyuna dâhil olmamışlardır. Üstelik 3 sezonda tam 36 maç aynı anda sahada yer almışlardır. Aşağıya birlikte oynadıkları maçların listesini çıkardım. En aşağıda da sesi açarsanız bonus :)





Not: Ayrıca yıllar içinde Ayhan Akman, Ömer Üründül'e kendisini ön libero olarak kabul ettirmiştir!

15 Şubat 2010 Pazartesi

15.02.2010 Bursaspor-Trabzonspor




İki takım da çift defansif orta sahalı 4-4-1-1 şekliyle sahada yer aldı. Orta göbekteki ikililerden yeşilli Çimşir ve bordolu İnan savunmaya yardımcı pozisyonlardaydı. Bu durumda Colman’ın Bekir Ozan Has’tan daha yetenekli olarak hücuma daha fazla katkı sağlaması Trabzon için pozitif bir değer yaratıyordu ama bu değeri nötrleştiren ve hatta eksiye götüren Trabzon’un defansif beklerine nazaran kanat kökenli oyuncuların Bursaspor bekinde yer almasıydı. Zaten Trabzon’un önce Cale ardından Serkan’la dip çizgiden yaratmaya çalıştıkları gol akınları da yeşil-beyazlı ikilinin hücum aklının önde olmasından kaynaklanıyordu. Tıpkı Fenerbahçe’de olduğu gibi beklerin hücuma katkısı dizilişte sağ-sol önde yer alan oyuncuların sağ-sol iç pozisyonlarında görmemize neden oluyor. Bu da orta sahanın göbeğinde daha yoğun bir yeşillik yaratıyor. Bursapor ilk yarıda baskısını olumlu bir seviyeye getiremediyse Cale dışındaki Trabzon savunmasının yüksek konsantrasyonla oynamasından kaynaklandı. Ayrıca Onur Recep Kıvrak' ın da yan yüksek toplarda yüzde yüz emin olmadıkça çıkmaması da iyi bir gelişme. Hakemler niye bu kadar birincil bir rol üstlenmeye çalışıyor anlamamaktayım. Ligde sadece topa sert girilen ender maçlardan biriydi. İlk yarının sonundaki bu denli açık penaltıyı görmemek de aklımıza Vanspor-Beşiktaş maçını getirdi.
İkinci yarının başından itibaren Bekir Ozan Has, Colman gibi hücuma daha çok destek çıktı lakin bekler ilk yarıya oranla daha çok savunmada kaldı. İlk tehlikeli pozisyon Colman'ın ara pasında Baytar’ın topa kayarak müdahalesiyle gerçekleşti peşinden Bekir Ozan Has’ın kısa menzilli yüksek pasında Ozan ipek’in sol çaprazdan vuruşu ve Onur’un harika çelişi. Sonrasında paralel evrendeki bütün Güneşler’in yapmayacağı bir Colman-Ceyhun değişikliği geldi Trabzonspor’un efsanevi kalecisinden! Alanzinho’nun sahada olmadığı karanlık maçında hücum meşalesini elinde taşıyan Colman’ın çıkmasını yadırgadım. Belki sakatlıktır! bahsini varsayıp Trabzonspor teknik direktörü sanını kendisine yeniden dolayalım. Akabinde zaten ikinci yarıda ataksal anlamda daha faydalı olan Bekir Ozan Has’ın topu kanata açması ve gol. İlk yarıda aldığım notlarda Cale’nin savunmanın diğer 3 adamından daha düşük konsantrasyonda olduğunu ve Onur Recep Kıvrak’ın yan toplarda yüzde yüz emin olmadıkça çıkmadığının altını çizmişim. İkisi de bu saptamaları abartarak sahanın belki de Alanzinho ile birlikte fecaatlerinden Battalla’ya golü attırdılar. Maç esnasında canlı bahis oynansa Battala’nın gol atma şansının kaleci Ivankov’dan daha düşük olacağını söylemek için uzman olmaya gerek yok ve eğer bu adam bir de kafa ile gol atıyorsa vay anam vay. Film ise bundan sonra kopuyor. Ertuğrul Sağlam’ın korunmacı tavırla yaptığı değişikliklere Güneş’ten Song-Burak hamlesi rüzgârın Trabzon arkasına geçmesini sağlıyor. Sonrasında haftalardır gördüğümüz Trabzonspor baskısı ve demir eldiven kadife ayaklı Ivankov’un X-faktör oluşu. Dünkü Gökhan Ünal golü ve Umut’un Rooney’le 2010 kapsamında platonik form rekabeti bize mutsuz bir evliliğin aslında toplumu da mutsuz ettiğini çok güzel anlatıyor. Haftayı biraz olsun kurtardılar. Muhammet Demir ihtiyacımız ise hala giderilemedi…
Ey Diji! Tribündeki adamın bile yere tükürüşünü göstererek beni öğürttüğün için çok teşekkürler bakın pozisyon tekrarı için kaçırdıklarınızı söylemiyorum bile. Var mısınız Diji’de maçı birlikte izleyelim bakın size kaç pozisyon göstereceğim. Son paragraf ustalara! saygı ve kaygıdır…

14 Şubat 2010 Pazar

14.02.2009 Manisaspor-Fenerbahçe



Telif ödememek için 20 saniyesi çalınan marştan ötürü aklımıza hemen Arınç’ın marşlar hakkındaki daha yılını doldurmamış sözleri geliyor. Olay yeri Manisa olduğu için işkilleniyorum.

Reha Kapsal’ın tercihleridir aslında maçta ilk golü Fenerbahçe’ye bulduran. Şimdiye kadar izleyebildiğim Manisa maçlarında kurulan orta saha düzeninde Yiğit İncedemir, Nizamettin Çalışkan ve Mehmet Nas yer alıyordu. Nizamettin hakkında düşüncelerim nötr olsa da Mehmet Nas ülkede en beğendiğim oyunculardan biri ve sakatlık yoksa ilk formanın kendisine verilmesi taraftarıyım. Kapsal’ın Manisa’sı Mehmet Nas’ı oyuna alana kadar kendi oyunundan daha öte Fenerbahçe’yi düşünerek zaten golü baştan kabullenmişti. Yiğit İncedemir’in Emre’ye, Mehmet Güven’in de Alex’e gölge olması çok da hoş değildi. Aşağıya 3:34’de gerçekleşen bir faul oluşumunu koydum. Sizce Mehmet Güven topa bakmayarak Amerikan futbolundan bir örnek sergilemiyor mu? Fenerbahçeli solak ikili zaten kontrol altına alınmaya çalışıldığından Cristian’ın öne çıkması gerekiyordu. Golün kendisinden gelmesine şaşırmadım. Kemal Okyay her ne kadar kendisine gol vuruşu yapıldığında en yakın kişi olsa da ne Yiğit ne de Mehmet Güven kadar gölge olamadığı için oyundan zaten alındı. Aslında gol biraz da Mehmet Güven yüzünden yenilmiştir. Yukarıda belirttiğim üzere Mehmet Güven, Alex’i gölgeleme esnasında topu zerre düşünmemektedir ve Alex de topa bay geçince tabelaya 1 gol eklendi. Sonrasında sadece Mehmet Topuz’un yoktan var ettiği iki pozisyon var ama kaptırdığı topun Manisa’nın golünde orijin olması atamadıklarının diyetidir. Promise’nin golünde kendisinden daha suçlu insanlar vardır. Öncelikle hakeme faul nedeniyle dırdır eden Santos, Mehmet Nas ortasına geç kalmıştır. Bilica, Santos’un bölgesine hareketlenmiş Bilica’nın yerine de Deniz koşmuştur. Hani suçun büyük kısmı kime ait diye sorsalar cevabım Andre Clarindo Dos Santos olur.
İkinci yarı da aslında ilk yarıya oranla çok da farklı değildi. Saha içindeki değişimleri yukarıdaki 2. şablonda belirttim. Manisa adına tek olumlu olay Yiğit İncedemir’in olağan yerine geçmesidir. Fenerbahçe bol pas klasiğiyle oynadığından artık yeni bir şey yaratmadıkları sürece şöyle oynadı böyle oynadı demek laf kalabalığı olur. Fark yaratan tek özellikleri ülkenin hücumu da aksatmayan en iyi beklerine sahip olmalarıdır. 2. yarının ortasında verilen kaleci sakatlığı Manisaspor’un kondisyonunu tazeleyerek maçın sonuna doğru diri kalmalarında etkili oldu. İlker’in yerine giren Bulut da fark yaratan isimlerden biriydi. Fenerbahçe seneye kulübesini güçlendirmek zorundadır ki son yıllarda hiç yapmadıkları bir şeyi yapmaları yönetimden beklenebilir mi? Onun için kulağı tersten tutarak lafı şöyle değiştirelim; Fenerbahçe saha içindeki oyuncuların daha iyilerini bulmalı böylelikle bugün oynayanlar yedek kulübesini güçlü kılabilir. Bir takımın diğerini ezdiği maçlardan bıktım artık umarım yarınki Bursaspor- Trabzonspor maçı bu haftayı kurtarır…

Moritz Golü



Video =Moritz'in golünü görmeyenler için

13 Şubat 2010 Cumartesi

13.02.2010 Gaziantepspor-Beşiktaş


Tabiri deforme edip “beslesin kartal oysun gözünü” şeklinde kullanmalı mıyız? Çok büyük haksızlıktır bu durum 18 kişilik kadroda 6 Beşiktaşlı’nın Antep servisinden çıkmasıyla. Çoğunuz Ekrem Dağ, İsmail Köybaşı, İbrahim Toraman, Rodrigo Tabata ve İbrahim Üzülmez’i biliyorsunuz ama Yusuf Şimşek de aynı formaya terini boşaltmıştır. Tello’yu gözlerim aradı desem İsmail Köybaşı’nın performansı hakkında epeyce bilgilendirmiş olurum sizleri. İlk 10 dakika kameramanların Beşiktaş yarı sahasına bakmalarından dolayı boyunlarının ağrıdığından şüphem yoktur ve bu durumu da gol, kuyruk misali izler. Ekrem Dağ’a goldeki hatası nedeniyle simitçi tablası hediye etmek geldi içimden. Çocukluğunda tecrübesi olsa ne topun düşeceği yeri saptamada hatası olur ne de kafasından sektirir. Daha önceden belirttiğim üzere Beşiktaş ilk golü yediğinde galibiyeti mümkün değildi ve Antep de “comeback prince” mertebesinde olduğundan yazıya bir hayli erken başladım. Tabata’nın savunma arkasına aktarmaya çalıştığı toplar dışında pozisyon bulamayan bir Beşiktaş’tan bahsedebiliriz. Holosko zaten içeri kaçtığından ve Köybaşı berbatlığıyla oyun ortada sıkıştı kaldı. Buradaki sıkışıklığı rahatlatacak Ernst ve Fink’ten ortalama futbollarını göremeyince bu berbatlık zaten normaldir. Sezonun en kötü performansı ve yazmaya hiçbir ilham yok. 26’da Sivok’un iğrenç faulü de üzerine tüy dikti. Rakip sonsuz kademe yapıyor ve sen amaçsız paslaşıyorsun. 32:55’de Julio Cesar, Antep futbol tarihine geçecek şekilde gol kaçırıyor ve sana yardım ediyor; akabinde de çeşitli oyunculardan 3 gollük şut. Beynimden bütün damarlarım çıkarken ara veriliyor.
Ne Deumi’nin golünden önceki kornere sebebiyet veren sol kanattaki boşluktan bahsedeceğim ne de kanser ilacı üreten firmalarla anlaşması olan radyasyonlu Nobre’den. Bobo’yu hatta biraz da Rüştü ve top kayıplarına rağmen Tabata'yı kenara alın; bu nü çalışmanın karşısına geçip gayet terbiyesizce davranın.

Vancouver 2010 Açılış Töreni



Video=Açılış seremonisinden en güzel anlar...

12 Şubat 2010 Cuma

Az Sonra (1)


Az sonra ne olacak?

Uefa Kupaları Tüm Zamanlar "Uzatmalar ve Başarılar"

Dün, “Bu kural değişmeli” başlığıyla uzatma anlarında deplasman golü kuralının 2. maçı evinde oynayana haksızlık içerdiğini şu şekilde izah etmiştim. Takım X, iç saha maçını 2-0 kazanır; 2. maçın normal süresi Y takımı lehine 2-0 biter ve maç uzatmaya gider. Uzatmalarda Y 1 gol atar ve X de buna bir golle karşılık verdiğinde toplamda 3-3’lük eşitlikle ilk maçı evinde oynamış olan X tur atlar. Bu düzende toplam 210 dakika oynanmış ve ilk maçı evinde oynayan X takımının 120 dakika boyunca atacağı bir gol klişe tabirle 2 gol yerine geçecektir. Bu da (120/210*100) yüzde 57.14 ile bir avantaj sağladığını lakin dün geceden beri çıkardığım duruma uyan maçlar hiç de böyle bir durumu göstermiyor. Aklımıza hemen şu şarkı sözü geliyor “science fails to recognize the single most\potent element of human existence…) Bu şartlara uyan tam 216 karşılaşma olmuş Uefa’nın düzenlediği kulüp turnuvalarında. Yani eşitliğin uzatma anlarında bozulduğu maçlardır (deplasman golü kuralıyla)kayda aldıklarım; seri penaltılara, para atışına veya play-off maçına gidilen karşılaşmaları hesaba katmadım. 216 karşılaşmada 78 takım ilk maçını(yukarıdaki örnekte X olarak düşünün) kendi sahasında oynayarak dış sahada uzatmaya giden maçlardan evine turla dönmüştür. Geri kalan 138 maçta ikinci maçı evinde oynayan takım (Y) turu atlamıştır. Y’nin golü sadece 90 dakika 2 gol yerine sayılmış ve oranı yüzde 42.86 iken 216 karşılaşmalık genel tablo sonucunda tur geçme başarısı (138/216*100) yüzde 63.88 olmuştur. İşin özü yüzde 42.86’dan yüzde 63.88’e sıçrayış. Neredeyse yüzde 50’lik bir gelişim söz konusu. Siz ister motivasyon deyin, ister seyirci baskısı; futbolun gerçekleri hiçbir matematiğe sığmıyor. Ancak matematiği destekleyen şöyle bir sonucun altını da çizelim. Gümüş gol uygulamasının uygulandığı yani deplasman golü kuralının uzatmalarda uygulanmadığı maçlarda(bu da demek oluyor ki iki takımın da deplasman golleri doksanar dakika 2 gol yerine geçecektir) daima ev sahibi kazanmaktadır. Yani X takımıyla Y takımı arasındaki şans oranları yüzde 57.14/42.86’den yüzde 50/50 ye geriler ve Y yani ikinci maçı evinde oynayan takım turu atlar. Tabii ki gümüş golün iki takıma da eş baskı getirdiğini de es geçmeyelim. Aşağıda çıkardığım 216 karşılaşmayı bulacaksıznınz. Kırmızı renkliler matematiği hiçe sayan motivasyon gücü veya momentum kazanmış takımların turu geçtiğini gösteriyor. Bu arada Türk takımları bu şekilde uzatmaya giden 4 maçta sadece 1 kere turu atlamıştır.












Tekaütler

Ali Şen Beckenbauer'e Xamax maçı ardından üstlendiği rolü anlatıyor...

Gelmiş Geçmiş En Kötüler Bölüm 2

Pazartesi “En Kötüler Bölüm 1” başlığıyla sadece bir liste vermiştik. Bu sefer istatistiklere aldığım 50 yıllık TSL geçmişine daha detaylı değinerek içeriği genişlettim. Aslında en kötüler yaftası 20 haftalık dilimle alakadardır. Çünkü oradan itibaren bir elin parmakları kadar direnişçi takım görmekteyiz ligde kalmalarına dair. Bu işe takmamın nedenini ve niye 21. yüzyılı öne çıkardığımı 8. grafikten anlayabilirsiniz. 2005-2006 sezonundaki performansıyla Denizlispor, yukarıda belirttiğim beşlinin serçesi olarak anılmaya başlamıştır. O sezonun 20. haftasına gelindiğinde Denizlispor topladığı 18 puanla ligin son sırasındaki yerini almıştır ama son 14 haftalık performansıyla olası 42 puandan 19 tanesini cebine indirerek toplamda 37 puanla ligde kalmıştı. Denizlispor’un bu sezonu dışarıda bıraktığımızda geçen 10 sezonda toplamda 445, maç başına ise 1.31 puan topladığını söylesem bu seneki tabloya kimse inanmaz. Elbette tek sezonluk dalgalanmalar olabilir ama 10 yıllık bir gelenekten bahsediyoruz. Bu yılki ortalama 0.35 olmuştur ve alınan tek 3 puan rakibinin küme düşürülmesi sonucu elde edilmiştir. Oyunlarının iyi\vasat\kötü olduklarından bahsetmiyorum. Elbette ki bu tablonun tuvalini değiştirilen teknik adamlar, başkanın her yere yetişme çabası ve kadro reformu oluşturur. Beni asıl düşündüren şeyse Denizlispor’un bu tabloyu 87-88 sezonundan beri süregelen 3 puanlı sistemde başarmasıdır. Buraya aldığım 27 sezonda 2 puan uygulanmıştır ve en düşüğü bile 7 puandan fazladır. İşin vahameti budur. İstatistikleri oluştururken 1959 ve 1962-63 sezonu gruplara ayrılarak oynandığından devre dışı bırakılmıştır. Ayrıca 1961-62 sezonunda 20. haftayı son sırada geçen Vefa sezon sonunda düşmemesi kesinleşen takımlardan olmadığı için(hem play-off oynamış hem de gelecek sezon gruplara ayrışılmıştır) direnişçi beşliye dâhil edilmemiştir.

Direnişçi Beşli

Sezon

Takım

1959-60

Ankaragücü

1964-65

Beykoz

1967-68

Vefa

1976-77

Adanaspor

2005-06

Denizlispor

Dönemin kendi şartları sadık kalarak 27 sezonda galibiyet çarpanını iki diğer sezonlarda ise 3 olarak aldım. 1(kronolojik) ve 2. grafik(azdan çoğa) 20. Haftaya kadar alınan puanlardır.

Dönem şartlarından bağımsız olarak galibiyet çarpanını 3 olarak aldım. 3(kronolojik) ve 4. grafik(azdan çoğa) 20. Haftaya kadar alınan puanlardır.

Bundan sonraki grafikler sezon sonu puan durumuna dayanan istatistikleri içerir. En basit halini veriyorum. Ortalama kısmında göreceğiniz şey şudur: (takımın sezon sonunda aldığı puan/sezon boyunca alabileceği maksimum puan). Misal geçen sene, 20. haftayı Hacettepe en düşük puanla kapatmıştır. Sezon sonunda ise 22 puan toplayabilmiştir. Yani ortalaması (22/102)’dir. Not: Sadece 20. haftayı son sırada geçen takımlar istatistiklere dâhildir. Sezon sonu son sırada bulunan takımlar alınmamıştır. Onları bu sezonun ardından yapacağım. Yine 5. ve 6. grafiklerde dönemin kendi şartları 7. ve 8. grafiklerde galibiyet çarpanı 3 olarak alınmıştır. Başta da dediğim gibi 20. hafta dipte geçirilip de direniş gösterilen en iyi 10 performanstan 4 tanesi 21. yüzyıla aittir.


Related Posts with Thumbnails