28 Nisan 2009 Salı

Luis Aragones'in Muhteşem Golü

Geçen hafta, sorumuzu cevaplayan olmadı. Biz de o cevabı golüyle birlikte veriyoruz. O taraftarı sevindiren Luis Aragones'di. İzleyin. ""George Best'i o maçya yıkmıştır""

Platini Bile Kabul Etti

Son dönemlerde tüm futbolcular şu iyidir bu iyidir demekte. Platini ise zamanında bazı şeyleri kabul etmekte...

Petite



Maradona, Zola'yı gördüğünde "en sonunda kendimden ufak biriyle tanıştım" der...

27 Nisan 2009 Pazartesi

SİVASSPOR ŞAMPİYON OLMALI





Bu istek, hiç düşünmeden parmaklarımızla aktarabileceğimiz nedenlerden ötürüdür. Çoğunluğun aklında “ağabey, adamlar şampiyon olsun ne Yıldırım kalır ne Demirören ne de Polat” kelimeleri varsa da başkanların olağan dışı düzende de alışılageldik pişkinliği sergilemeyeceklerini kim iddia edebilir. Ne olursa olsun bu kişiler hesap verme sayfaları Sivasspor’un adına hazırlanmış yazı dizileriyle dolacağından kimsenin aklına bile gelmeyecektir. Bu bakımdan bu hayali kuran taraftarların tez vakit bu vb. şeylerinden vazgeçmeleri gerekmektedir. Nedenlerimiz daha çok mızmız bahaneler külliyatını kendilerine şiar edinmiş Anadolu derebeylerine dayanmaktadır. Kimi siyasete kurban etti futbolu kimi ihale fırsatları kovaladı kimiyse ticaretle futbolu çoğu kez karıştırdı. Bazı bölgeler akıllansa da birkaç kez gidip tekrar geri gelenlerle kurtuluş hevesi kursakta kaldı. Şimdi kafalarının tam ortası için Demokles’in kılıcı Sivas’ta dövülmeye başlandı. Bu başkanların sığınacakları tek nokta olan “bizi şampiyon yapmayacaklar, tezgah kuruldu vb. sözleri” artık şu an Mars semalarında duyacaksınız. İstisna kültürü de devreye girecekse de Sivasspor’un 4 Mart 2007’de gözlerimle izlediğim 90 dakikasından sonralarını Hıncal Uluç misali kendileriyle oturup izleyebilirim. Maç esnasında sıkılırlarsa Cavcav bana CM’den oyuncu önerir bana ben de yıllarca evvel aldığım wedersonjaba@.....com mailimi Gökçek’e kat karşılığı satmaya çabalarım…
İkinci bir neden de yeni bir Fatih Terim ihtiyacının toplum tarafından belirmesidir. Heyecan tazelenmelidir. Ben ne Mustafa Denizli’nin ne de Fatih Terim’in Uygun’un başarısının yanına yaklaşacaklarını düşünmüyorum. Bülent Uygun’un sevilmemesini anlamaktayız ama Interli İtalyan olmasam Mourinho’ya bakış açım şimdiki hayranlık seviyesinde olabilir mi? Uygun’un zekasını kim reddedebilir. (son açıklamalar zekadan öte kurnazlıktır ve yukarıdaki başkanların bahane profiline girer) ”Kelimelerle bir savaş olacaksa varız” ama camı çerçeveyi indirmek Beşiktaş’a dokundurmasından daha çok sinirlendirmektedir. Yarın tepetaklak da olabilir ama kim Terim’in yerine birinin gelmesini istemiyor…
Üçüncü neden başkanların, gitmemesine rağmen, büyülü! dikdörtgeni futbol aklına teslim etme emarelerinin belirmesidir. Son olarak ilgisiz gibi gözükse de Fink transferiyle bunu gördük. Şampiyonluk yolunda giderken bunu açıklamak da çok kolay bir iş olmasa gerek ve en azından bir değişiklik yarattı Beşiktaş(gelecek sene şampiyon olacaklarına inanıyorum). Diğer takımlar da artık forma satışına yönelik transferlerden vazgeçmeliler. Bu sene Galatasaray ve Fenerbahçe’nin toplam transfer bütçesi 100 milyonu çok rahat geçmiştir. Lakin milenyum başladığından beri en az puanı bu sezon toplamışlardır. (lig çekişmeli olsa puanın azlığının önemi bile yok, bu sene oynanan futboldan bahsetmem bile)
Dördüncü neden artık tv pazarlığı masasına bir takımın daha ekleneceğidir ki bu beni çok sevindiriyor. Artık dört kulübün, minimal değerde de olsa, paralarının kırpılması iyiye işarettir. (Paranın değerini anlamaları açısından). Ayrıca son hafta Galatasaray bunu düşünüp Sivas’a sürpriz yapabilir.
Beşinci nedense bu sezonki formatta şampiyonumuzu Ş.Ligi’ne direkt katılacağımızdan kaynaklanıyordur. Sivasspor’un 4 maç sonucunda gruplara kalma ihtimali gelecek senenin Beşiktaş’ına nazaran daha azdır. Ülkeye ekstra para girdisi ve İstanbul’un ötesine de bu heyecanın gitmesi güzel olur. (Uefa izin verir mi stada!)
Sözün özü bir devrim olacaksa da Sivasspor’un şampiyonlukla ve sonrasındaki Avrupa ile imtihanını İkaros’un güneşle ilişkisine benzememesini umuyorum, kırmızı beyazın bir kez daha Futbol Cumhuriyeti’ni kurmasını bekliyorum. Yoksa derebeylikleri bilinçli felekzedeliklerine devam edecektir.

26 Nisan 2009 Pazar

Michael Fink Hakkında Her Şey






























Yüzde 70.14'lük isabetli pas oranı yakalamış. Sağ bek Patrich Ohs ile özel bir bağ sağlamış durumda. Beşiktaş'ta böyle oynayacaksa ayaklarına hakim bir sağ bek gerecek gibi duruyor. Topu öyle veya böyle ayağına dolaştırmasıyla kötü anlar yaşanabilir. Kalecisine fazla oynayan bir oyuncu olmadığını görüyoruz. Zaten orta saha elemanından bir şey bekleyemeyiz(bu lafı söylememin nedeni Van Brockhorst'un Feyenoord-CSKA maçındaki geri pasının hala aklımda kalışıdır). Deplasmanlarda haliyle yuvarlağın altında görüyoruz kendisini. 6 maçta bir sarı kart görmüş ve bir veya iki tane galibiyet getiren golü var. Gerisine de bakın...

25 Nisan 2009 Cumartesi

25.04.2009 Bayern-Schalke Goller










Açıkçası maçın 60 dakikasını izledim. Dünkü Ligue 1 maçından farkı gol olmasıydı. Toni'nin ezdiği toplar, kaldığı ofsaytlar, elle kontrolleri. Michelis'in golden önceki iş bilmezliği vs. Bu takımın en iyi oyuncusu Ze Roberto gibi gözüküyor. Biz bu takıma 2007'de gelecekete her şeyi süpürecekler gözüyle bakmıyor muyduk? Süpürdükleri belli ama...

Ewald Lienen'de Yırtık Tespit Edildi

Bild, Petric'in sakatlığına atfen bu resmi vermiş. Google'dan da videosunu ekledik. Görüntüler +18...




Anelka'nın Arsenal'deki İlk Golü

Anelka'nın Arsenal'de attığı ilk gol. İzleyin.

Ghost Goal




16 Kasım 1991

Belözoğlu-Adriano Sarmaş Dolaş

Adriano'nun haklarını(artık ne hakkıysa o, emzirmiş mübarek) elinde bulunduran Gilmar Rinaldi, Brezilya'daki tv programına telefonla bağlanıyor. Portekizce bilmek mühim değil zaten mesele Adriano da değil. Arkada görüntüler dönerken 3-4 saniyelik bir gol sevinci dikkat çekiyor...

Bu Taraftarı Kim Sevindiriyor? 2




Bu haftaki ikinci sorumuz. Bu taraftar kimin golüne seviniyor.

Saldır Galatasaray!

90 dakika'dan harika bir sekans kaydetmişim. Hıncal Uluç meşhur "Saldır Galatasaray" ın yanında diğer besteleri de dillendiriyor. İzley(t)in...

24.04.2009 Lyon-P.S.G.


Maçtan bir şey beklemiyordum. Yalnız Fransız medyasını ters köşeye yatıran bir 11 gördük Lyon'da. Bu kadar adamın değişeceğini öngörememek muhabirlere pahalıya patlayabilir. Mounier için takip ediyorum zaten Lyon'u, heyecanlandıracak başka da oyuncu yoktu sahada. Hücuma tin tin çıktılar ilk yarı ve bir ara Juninho pas atmak varken 30 m top sürmeye çalıştı. Sonrasında yorgunluktan ellerini dizlerine götürdüğüne de şahit olduk. Resim de maçı özetler gibi.

24 Nisan 2009 Cuma

Oğlum suz!

Merhaba değerli dostlarımız,
İyisiyle kötüsüyle bir sezonumuzu daha tamamladık. Bu sezon bizim için
inanılmaz bir tecrübe oldu. Kaybettiğimiz puanlar bize belki de uzun süre
kazanamayacağımız bir olgunluk, iş disiplini, ciddiyet kazandırdı.
Ayrıca bize dostlarımızın ne kadar dost, düşmanlarımızın ne kadar düşman
olduğunu açıklıkla ortaya koydu. Kendi içimizdeki sporcu arkadaşlarımızın kötü
zamanda ortaya koydukları samimiyetin boyutlarını öğrendik. Elimizdeki
değerlerin kıymetini anladık. Türk futbolunun hangi durumda nasıl hareket
ettiğini fark ettik.
Şunu hepimizin bilmesi gerekir ki; bizler birer kuluz. Hiçbir kul dört dörtlük
olamaz; ancak hataları en aza indirmeye çalışan bir varlık olabilir. Bunu
gerçekleştirdiği taktirde de işlerin düzgün gitmeme olasılığı çok düşüktür. Öyle
ise bu sezon yapmamız gereken en önemli şey düşünerek, adaletli, akıllı şeyler
ortayakoymak. Bunları yaparkendekonsantrasyonuenüstdüzeydetutmak...
Daha önce de birkaç ifademde kullandığım birkaç şeyi sizlerle paylaşmak
istiyorum.
Ankarasporlu olmak farklı meziyetlere sahip olmayı gerektiriyor. Eğer bu
camiada kalıcı olmak istiyorsanız her şeyden önce dürüst olmanız gerekir.
Dürüstlüğün ve doğruluğun olmadığı bir camia, asla ve asla ayaklarının
üzerinde uzun süre duramaz.Ya kendiliğinden yıkılır ya da bir çelme takan olur.
O yüzden camianızın ana prensibi mutlaka ve mutlaka dürüstlükten geçiyor. O
zamanduyulan sevgi gerçek sevgi duyulan saygı gerçek saygıyı oluşturuyor.
Her şeyiyle şeffaf, maddi manevi bütün meseleleri bu kadar açık ve resmi olan
bir kulüp daha olduğuna ben inanmıyorum. Kulübümüzde her şeyin yanlış
yapıldığına dair dedikodular, söylentiler, haberler çıkıyor fakat bunlar asla bizleri
yıldırmıyor; tam aksine bizleri daha da çok kamçılıyor. Bizi çekemeyenler ve
bizlere köstek olmaya çalışanlar Allah'ın izniyle bu kulübün nereye geleceğini
en yakın zamanda görecekler. Benim tek üzüldüğüm nokta bunları bilerek
kendi içimizde oluşturduğumuz sorumluluklarımızı yapmadan, başkalarını
başarısızlığın sebebi olarak göstermek. Oysa ki bu konuda yapmamız gereken
tek şey 'Ben ne yaptım? Kulübüme bu sezon ne kazandırdım?' sorusu karşısında
rahatlıkla kafasını yastığa koyabilmektir!
Yeni sezonumuzda bu duygu ve düşünceyi paylaşmayan, daha da önemlisi
uygulamayan arkadaşlarımızla birlikte olmamaya özen göstereceğiz. Siz bizleri
seven değerli dostlarımızdan da isteğimiz, bizlere maddi ve manevi
desteklerinizinensamimi bir şekilde olması.

Sevgi ve Saygılarımla

Ahmet GÖKÇEK
Genel Yayın Yönetmeni

Başkan mısın, futbol şube sorumlusu musun

Sen neymişsin be abi!

Şimdi de genel yayın yönetmenliğine soyunmuşsun.

İddia ediyorum futbol fizik güce dayalı olmasaydı sahada da görürdük kendisini.

Yukarıda kendi "ön yazısındaki" sözlerin muhtevası bile yeter bazı şeylere anlatmaya.

Olasılığın Böylesi

NtvSpor'da 3 saat evvel Murat Demiryas söyledi. GS-Ankaraspor maçı üst üste 3. kez seyircisiz oynanacak.

http://www.macanilari.com/getir.php?fid=200820092906

yukardaki adreste de bir arkadaş belirtmiş

18 Nisan 2009 Cumartesi

Faşizm Üzerine Dersler:Dopolavoro

YAPTIĞIMIZ incelemede, faşizmin çeşitli yığın örgütleri arasında mevcut farkların altını çizdik; ve bu farklara da­yanarak, bu örgütler içindeki çalışmamızda taktiklerimizi, tavrımızı ve uygulanacak biçimleri nasıl saptadı­ğımızı gördük. Bu arada, dışardan olduğu kadar, içerden de çalışmamız gerektiğini belirttik. Önce, bir yığın örgü­tü olmaya doğru giden siyasal örgütü, yani partiyi ele al­dık. Sonra, en tipik örneği Genç Faşistler olan askerlik ve propaganda örgütlerinden söz ettik, ve yığın karakterleri zorlayıcı olduğu için, öncekiler kadar geniş olmayan sen­dikalar üzerinde durduk.

Bugün faşist örgütlerin en geniş olanına geliyoruz. Sözcüğün dar anlamında örgütler diyorum, ve bu çekin­ceyi ileri sürüyorum, çünkü başka örgütler de vardır: Kış Yardımı bir örgüttür ve bütün öteki faşist örgütlerden çok daha büyük bir yığını kucaklar, ama üyelik kartları, mer­kezleri ya da üyelik ödentisi yoktur.

Dopolavoro her zaman sayısal olarak faşizmin en büyük örgütü olmamıştır, ama amaçları, kökenleri, ör­gütsel biçimleri bakımından en genişidir. Faşizm daha ilk fasci di combattimento zamanında Dopolavoro'yu icat etmiş olmakla övünür. Bu doğru değildir. Bunların spor ve kültür faaliyetlerine vb. önayak olduğu doğrudur, ama bu henüz Dopolavoro değildi. Faşizm ancak çok sonrala­rı, 1926' da olağanüstü yasaların öngününde, gerçek bir yığın örgütü yaratma sorunuyla karşılaştı.

Bu örgütün 1926 yılının başında kurulduğunu belir­telim—faşizmin gelişmesi üzerine bir fikir edinebilme­miz için tarihler üzerinde durmak yerinde olur. Faşizmin gelişmesine ilişkin olarak söylediklerimizi anımsarsanız, bu örgütün korporatif devleti kurmaya yönelik önlemler­den biri olduğunu kolayca anlarsınız. Dopolavoro kuru­mu korporatif devletin örgütlerinden biridir.

Dopolavoro doğduğu zaman rekabet sorunu ile kar­şı karşıya gelmedi. Öteki [faşist] örgütlere benzer biçim­de kuruldu. 1926 sıralarında, sendikalar da artık rekabet zemini üzerinde hareket etmiyorlardı; tekelleri vardı ve bu bakımdan hiçbir rekabet sorunlar yoktu. Bunun başka nedenleri de vardı: yığınların eğitim, kültür ve spor gereksi­nimlerini karşılamaya yönelik merkezi bir sınıf örgütü yoktu İtalya'da ve hiçbir zaman olmamıştı. Italyan işçi hareketinin özellikle savaş sonrasındaki en ciddi başarısızlıklarından biri buydu. Bazı girişimlerde bulunulmuştu, ama bunlar hep yerel nitelikteydi (örneğin, Torino' da). Bu arada, es­kiden beri var olan örgüt biçimlerine bağlı birlikler de var­dı. Örneğin, Venezia Giulia' da geniş bir kültürel birlik, kulüpler vb. ağı vardı; ama bu, Italya Venezia Giu­lia'yı ilhak ettiği zaman Avusturya sosyal demokrasisinin kendisine bırakmış olduğu bir mirastı.

Bu alanda ne gibi örgüt biçimleri vardı? Her yerdeki başlıca özellikleri, örgütlerin çok küçük ölçüde ve iddia­sız oluşlarıydı: bir akşam eğlencesi, bir bardak şarap iç­mek için bir yer ve benzeri şeyler sağlamaktan öteye git­miyorlardı Zamanın örgütlerinin çoğuna bu açıdan ba­kılmandır. Emilia'da, bu gibi amaçları olan birçok şarap kulüpleri vardı. Bu kulüplere Piemonte'de ve genellikle bütün şarap imal eden bölgelerde rastlamak mümkündü. Yığınlar şarap bunalımı ile savaşmanın bir aracı olarak bu tür örgütler kurdular. Bu bakımdan tipik alan bir şey, _Novara'da bu kulüplerin üyelerinin her hafta belli bir miktarda şarap içmek zorunda oluşlarıydı..

Bu tür kuruluşlar Güney'de yoktu, ya da çok azdı; bunun nedeni Güney'de emekçi halkın örgüt biçimlerinin çok sınırlı oluşuydu.

Spor dernekleri savaştan önce ve savaştan hemen sonra büyümeye başlamışlardı. Sosyalist Parti bu tür ör­gütler kurmak için çaba harcadı, ama partideki spora kar­şı şartlanmalar yüzünden fazla başarılı olamadı.

Ancak son yıllarda 1922, '23, '24 ve `25'te, gerçek sı­nıf örgütleri yıkıldığı ya da yıkılmaya yüz tuttuğu, sendi­ka kurulları, sınıf sendikaları, kooperatifler vb. dağıtıldı­ğı ya da ortadan kaldırıldığı zaman, mahalle, zaman za­man kent, hatta bazen fabrika düzeyinde spor dernekleri kurma eğilimine tanık olunmaya başlandı.

Bu söylediklerimiz, daha önceleri işçilerin spor der­nekleri olmadığı anlamına gelmez. Örneğin Torino'da büyük bir dağcılık derneğimiz vardı. Milano'da ve özel­likle Lombardia'da birçok küçük dernekler vardı. Ancak bunlar sınırlı ve yerel nitelikte kuruluşlardı. İtalya'da hiç­bir ulusal örgüt yoktu; mevcut örgütlerin ise kongre toplantıları yapılmıyordu.

Yığınlar kulüplerden, kooperatiflerden vb. çekile­rek bu örgütlere katılıyorlardı. Sanayiciler bu eğilimi des­teklediler ve fabrika spor gruplarının kurulmasını kolay­laştırdılar. Özellikle futbol oynamak amacıyla birçok fab­rikada spor dernekleri kuruldu. bunlar oldukça başarılı oldular. örneğin, FIAT işçileri spor derneği oldukça ge­lişti, ama bu patronların katkısıyla oldu. işçileri sınıf sava­şımından uzaklaştırmak için patronların insiyatifi ile fabri­ka düzeyinde birçok eğlence dernekleri kuruldu.

Bu konuyu taktiklerimizi saptamada önemli olduğu için açtım. Faşist diktatörlük Dopolavoro'yu örgütledi ve, yığınlara bir ölçüde yararlı olarak, Italyan işçi yığınlarının doğal bir gereksinimini bir dereceye dek karşılayarak yığınları bu örgüte katılmaya zorladı.

Şunu söylersem telaşa kapılmayın: Dopolavoro İtalyan işçilerinin gereksinimlerinin bazılarını karşılamak­tadır. Ne demek istediğimi açıklayacağım.

Şunu akılda tutun ki, Güney kentlerinde, kasabala­rında ve köylerinde rastlanılabilen tek kulüp, efendilerin kulübüydü. Bugün hemen hemen her kasabada yerel bir Dopolavoro vardır. Bunlar, zorunlu örgütler olarak ta­nımlanabilir, ama işçi bu sayede akşamı geçireceği bir yer, soğuk havada ısınabileceği, kağıt oynayabileceği, eğer parası varsa bir bardak şarap içebileceği vb. bir yer bulabilmektedir. Bu örgütler yığın örgütleri olarak çok önemlidirler, çünkü faşizmin yığınları kendine bağla­mak için döktüğü birer zincir halkası gibidirler.

Faşizm, iki milyon üyesi olan, Faşist Parti'den ve hatta faşist sendikalarda daha geniş bir faaliyet alanını kapsayan, binlerce yerel şubesi bulunan böylesine kap­samlı bir örgütü kurmayı nasıl başarmıştır? Bu örgütü na­sıl yaratmıştır?

Faşizm kısmen yeni örgütler kurmuş, kısmen de yı­ğınların Dopolavoro'nun kurulmasından önce kendileri için meydana getirmiş oldukları eğlence ve kültür kuruluşlarının çeşitli biçimlerini ve o dönemde kurulmakta olan bütün yeni örgütleri yutmak için elinden gelen her şeyi yapmıştır. Bunun için, Dopolavoro faşist diktatörlüğün en karmaşık örgütlerinden biridir. Dopolavoro Faşist Parti gibi yekpare bir örgüt değildir; ne Genç Faşistler gibi ya­pısal olarak homojen bir örgüt ne de faşist sendikalar gibi tek kalıptan çıkma bir örgüttür.

Evet, karmaşık bir örgüttür. Yalnız birçok şubeleri olmakla kalmayıp, örgütün izlediği amaçlara ya da te­masta olduğu yığınlara bağlı olarak, yanı zamanda, belli bir yerde, belli bir alanda öteden beri varolan örgüt biçim­lerine dayalı olarak farklı dalları vardır.

İlk farklılaşmaya, çeşitli dallar ve çeşitli faaliyet alan­ları arasındaki ilk farklılaşmaya bakalım. Bu alanda, yı­ğın karakterleri çok sınırlı olan örgütler bulacaksınız. Ör­neğin, Dopolavoro'ya bağlı bazı spor derneklerinin pro­fesyonel bir niteliği vardır. Genellikle, kulüp olan bütün spor dernekleri —örneğin, Juventus— (ki bunlara katılmak için ya profesyonel ya da zengin olmanız gerekir) bu kategoriye girer. Bunlar yığın örgütleri değildirler. Bunla­rın faaliyeti kendi bölgelerindeki en iyi atletlerden bazıla­rını seçmek ve onları profesyonel yapmaktır. Sözcüğün en dar anlamıyla, sanatlarla ilgili dernekler de bu türden­dir —örneğin, il Carro di Tespi.2 Faşizm bir yığın tiyatrosu yaratmaya da çalışmış, ama başarılı olamamıştır. Geçen yıl, Floransa'da Roma Üstüne Yürüyüş'ten alınmış bir olayı sahnelemeye vb. girişilmiştir. Faşistlerin kendi ga­zetelerinin satır aralarını okuyarak bu girişimin tam bir fi­yaskoyla sonuçlandığını görebiliriz. Yığınlar bunlardan yavaş yavaş usandılar ve çekip gittiler. Yığın tiyatrosu ile faşizmin ideolojik temeli arasında bir çelişme vardır. Bu çabalar, yurtsever, ulusalcı yönü hedef aldığı zaman, olumlu görünür. Ulusalcı duyguların etkisinde kalarak bu denemeleri benimseyecek insanlar bulmak daha ko­laydır. Ama bu alanda fazla bir şey yapılmamaktadır. Ital­yan Risorgimento' sunun en ünlü ve sevilen kişileri —örneğin, Garibaldi— dışarıda bırakılmaktadır. Onlar faşizmi tedirgin eder; faşizmin işine gelmez. Bu nedenle, bu ör­gütler kültür bakımından daha yüksek düzeyde olan ta­bakalara seslenirler.

Dopolavoro örgütlerinin esası farklı bir karakteri, gerçek bir yığın karakteri taşır. işçi yığınlarıyla doğrudan temastadırlar, işçilerin bazı gereksinimlerini karşılarlar, işçilerin kendileri tarafından yaratılmış ve faşizm tarafın­dan Dopolavoro içine alınmış çok sayıda dernekleri kapsar.

Faaliyet dalına göre ayrımlı' yanı sıra, bir de birlik türü bakımından bir ayrım olduğunu söylemiştik. Birkaç tür birlik ya da dernek vardır. Buradaki amacımız bakımından iki ana tipe ayırabiliriz bunları: Dopolavoro tara­fından soğrulmuş olan eski işçi kulüpleri ve Dopolavoro'nun kendi kurduğu kulüpler. Tip bakımından bir ayrım daha yapabiliriz: fabrika düzeyinde kurulan Dopolavorolar ile bölge düzeyinde kurulanlar. Bu çeşitli türler arasındaki oranlar nelerdir? Eski ve yeni birlikler arasındaki ayrımla ilgili rakamları elde et­mek olanaksızdır; faşizm böyle bir ayrım yapmamaya özellikle dikkat eder. Ama yine de bölge liderlerimiz ve yerel örgütlerimiz tarafından bize verilen bilgilerden bu oranın ne olduğu üzerine bir fikir edinebiliriz. Köylük bölgelerde eski kulüplerin, kentlerde ise yenilerinin ço­ğunlukta olduğu anlaşılmaktadır. Eski kulüplere genel­likle bir işçi sınıfı kültür kuruluşları ağının eskiden beri bulunduğu yerlerde rastlanmaktadır. Bunlar bir noktada direnişi bırakıp Dopolavoro sistemine katılmışlardır. Ör­neğin, böyle geniş bir kuruluşlar ağının bulunduğu Novara eyaletinde, bu kulüplerin yöneticileri örgütlerini yıkılmaktan korumak ve biriktirmiş oldukları fonları alıko­yabilmek için zamanı gelince bu örgütlerin faşistleştiril­mesine izin vermeyi yeğ tuttular. Üyeler başlangıçta bu­na direndiler, ama sonra boyun eğdiler. Torino'da ise fa­şizmin ilerlemesine sonuna dek direndiler. Faşistler sen­dikaları ve kooperatifleri yıktılar, semt kulüplerini birer birer yok ettiler. Semt kulüpleri, eski sosyalist üyeler onla­ra sosyalist örgüt niteliği vermek için savaşmış oldukla­rından, çok belirgin biçimde siyasal bir karaktere sahip­tirler. Novara'dakinin tersine, Torino'daki örgütlerin ço­ğu yeni kurulmuş kulüplerdir. Ancak Torino'da bile tek-tük eski örgütlere rastlanır ve bunlar Kızıl Yıllar sırasında büyük ölçüde ihmal ettiğimiz örgütlerdir. Uzun bir süre bağımsız olarak kalmış aile kulüpleri, semt kulüpleri, spor kulüpleri vb. vardır. Bu tür örgütlerden bir tanesi, yoldaşların çok geç katıldığı ve şimdi Dopolavoro sis­teminin bir parçası olarak eski yapısını koruyan Torino Ailesi'dir. Torino'daki Dopolavorolarda eski semt kulüplerini bulamazsınız; Novara'da, Emilia'da, Venedik'te, Lom­bardia'da, hatta Milano'nun kenar semtlerinde bile bun­lara rastlarsınız. Şimdi başka bir noktayı inceleyelim: firma düzeyindeki örgütlerle bölge düzeyindeki örgütler arasındaki far­kı. 1933'te 18.000 yerel Dopolavoro'dan yalnız 3.000'i fir­malar ya da işyerleri düzeyinde kuruldu. Bunlar küçük bir azınlıktı. Bu, Dopolavoro'nun karakterini iyi gösterir. Dopolavoro üyeliği ile ilgili istatistiklere bakacak olursanız, toplumsal bileşiminin karakteristik olduğunu görürsünüz. 1930'da, Dopolavoro'nun bugünkü gibi 2.000.000 değil, henüz 1.300.000 ile 1.400.000 arasında üyesi varken, bunların 600.000’i sanayi işçisi, 260.000’i köylüydü vb…

Sosyal bileşimini ele alacak olursanız, sa­nayi işçilerinin nasıl ağır bastığını. toplam örgütlü güçle­rin kabaca yarısını oluşturduğunu, hatta istatistiklerin başka kalemler altında verdiği demiryolu işçilerini ve öte­ki ulaşım işçilerini de katarsak, yarıyı da geçtiğini göre­ceksiniz.

Fabrika düzeyindeki gruplara ilişkin 1933 rakamla­rını ele alacak olursanız, 2.000.000 toplam üyenin yalnız bir kısmının 3.000 firma içinde yer aldıklarını görürsü­nüz. Bu demektir ki, işçilerin hepsi firma düzeyindeki ör­gütlerde değil, bir kısmı da bölge örgütlerinde toplanmış- tır. Dopolavoro sistemi son derece dallı budaklıdır. Aslın­da yerel bir Dopolavoro nedir? Firmalarında bir Dopola­voro bulunan işçiler, çoğunlukla bunun yerine bir semt örgütüne gitmeyi yeğ tutarlar; orada hoşlandıkları ve ka­tılmak istedikleri faaliyet alanını daha kolay bulabilirler.

Çeşitli tür örgütler arasında ayrıca yapısal bir fark da vardır. Bu fark eski ve yeni kulüpler arasında açıkça belli­dir. Eski bir kulüp Dopolavoro sistemine katıldığı zaman ne oluyor? Görevliler tartışırlar, ne yapılması gerektiği üzerinde konuşurlar vb.. Bu tartışmalar denetçilerin de­netimini kabul anlamına gelir. Kural olarak, denetçi bir kez örgüte girince, demokratik biçimler kalkar. Ama bu ancak kısa bir süre devam eder. Genellikle bir süre sonra yine eski duruma dönülür. Yıllar geçtikçe, yeni bağlar gevşer, eski alışkanlıklar geri gelir.

Oysa, yeni kulüplerde örgüt, tipik olarak faşisttir. Bunlara üye olan ve etkileri altında kalan yığınlar zorla, dolaylı baskılarla örgüte katılmaya itilmişlerdir. Demokratik örgüt biçimlerinden kesinlikle iz kalmamıştır. Bura­da, sırf görevlilerin seçilmesi sorununu ortaya atmak bu yığını parçalayabilir. Ama yığından gelen baskı altında, bu kulüpler bile daha demokratik bir niteliğe bürünmek­te, görevlileri seçimle iş başına getirmeye doğru bir eği­lim görülmektedir; ve yığının güvenini kazanmış ele­manlar ön plana geçmekte ve resmi görevleri üstlenmeye çalışmaktadırlar. Böyle bir eğilim vardır. Bu eğilimden yararlanarak ve bu örgütlerin üyelerin bazı gereksinimlerini karşıladı­ğını da hesaba katarak, taktiklerimizi saptarız. Firma düzeyindeki kulüpler daha az demokratik ve daha sıkı bir denetim altındadırlar; onların içinde çalış­mak bizim için daha zordur. Bunun tek bir örneğine bile rastlanabileceğini sanmıyorum. Bu başka bir durumla da ilgilidir: firma Dopolavoro'sunda üyelik çoğu kez zorun­ludur, çünkü üyelik ödentisi ücretlerden stopaj yoluyla kesilir. Böylece, teorik olarak, firmada çalışan herkes, var­sa, Dopolavoro üyesidir. Ancak bunun da istisnaları var­dır. Ama bu Dopolavoro'ya kimler gitmektedir? İşçilerin hepsi değil. Eski işçiler devam etmezler; yalnız genç işçi­ler giderler. Torino'da, hem semt kulüpleri hem de firma Dopolavoroları vardır. Bu ikinciler çok daha çekicidir, çok daha iyi donatılmıştır, ama eski işçiler bunlara gitmezler. Firma Dopolavoro'sunda belki de yalnızca yeni işçileri, ski ve paten kayma vb. gibi eski ve yaşlı işçilerin alışık olmadığı ve çekici bulmadığı eğlence ve avantajlardan yararlanmak isteyen gençleri— bulacaksınız. Eski işçi burada kendini sanki yabancı bir ülkedeymiş gibi hisseder. Semt Dopolavoro kulüplerinde ise eğilimlerine ve zevklerine daha uygun bir ortam bulur. Orada bir bardak şarap içebilir. Orada bulunmaktan pek sıkılmaz. İki tür arasındaki başka bir fark da, firma Dopolavoro'sunun etkin, önde gelen elemanlarının zaten küçük burjuva özelliklerine sahip üyeler oluşudur. Bir yoldaş, Kooperatifler Birliği Dopolavorosu'nun sadık müdavimlerinin büro işçileri olduğunu anlattı. Buraya giden üretim işçileri azmış. FİAT Dopolavorosu'nda da etkin üye­lerin çoğu büro işçileridir. Bunda bir tehlike vardır. Proleter özelliğini yitirme eğiliminde olan öğeler ön plana çıkıyor; bu örgütlere üye işçilere bir küçük-burjuva karakteri aşılamak için çaba harcanıyor. Bazıları şöyle düşünmeye başlıyor: eğer pat­ron ya da ustabaşı ile aram iyi olursa, bu belki benim için daha hayırlı olur. Ve böylece sınıf savaşımının dışına dü­şüyorlar. Bu bir tehlikedir, savaşmamız gereken bir tehlike­dir. Bununla yeterince savaşmıyoruz, ve bu, büyük bir ek­sikliktir.Yerel Dopolavorolar ne yapar? Bir sürü faaliyetlerde bulunurlar. İşçilere sağlanan yararlar çok yönlüdür. Özel çalışma koşulları, tiyatro ve sinema biletlerinde indirim, bazı büyük mağazalardan satın alınan yiyecek ve giyecek maddelerinde, gezi ödemelerinde indirim gibi avantajlar elde ederler. Sonra yaşam koşulları da bir ölçüde iyileşir, bir tür rahata kavuşurlar. Bazı durumlarda Dopolavoro karşılıklı yardım işlevlerini yüklenir; örneğin, iş kazası geçirmiş, sakatlanmış işçilerin muhtaç ailelerine yardım eder vb., vb..işçiler sporla uğraşmamalıdır diye düşünmeyi bı­rakma= zamanı gelmiştir. En küçük avantajlar bile işçi­lerce kötü karşılanmaz. Işçi daima kazancını düzeltmek için en ufak şeyi arar. Yalnızca akşamları bir odada otu­rup radyo dinleyebilmek bile zevk veren bir şeydir. Sırf kapının üstünde Faşist simgesi var diye, bu odaya girme­yi kabul eden işçiye sövüp sayamayız. Dopolavoro'nun faşizmin en geniş örgütü olduğunu, bu­rada taktiklerimizin başka yerlerdekinden daha geniş olması gerektiğini, çünkü, Dopolavoro'nun kuruluş biçimi ortada ol­duğuna göre, burada öteki örgütlerde olduğundan daha geniş tabakalarla ilişki kurabileceğimizi unutmamalıyız. Gençlik Federasyonu'nun ve Parti'nin Dopolavoro karşısında aldığı tavır her zaman bugünkü gibi olmamış- tır. Gençlik Federasyonu'nun aldığı ilk tavır şuydu: Do­polavoro'dan çıkalım! 1926 ve 1927' deki tavır buydu. Bir takım tartışmalar oldu, bazı yoldaşlar bunun doğru olma­dığını söylediler, ama alınan karar bu oldu. Bu tavır Parti ve Komünist Gençlik Enternasyonal'i tarafından eleştiril­di ve sonuçta daha ileri bir adım olmakla birlikte gene yanlış olan yeni bir tavır alındı: Dopolavoro’yu parçala­mak için ona katılalım. Bu tavırlar neden yanlıştı? Çünkü yığınlar, sunduğu avantajlar için Dopolavoro'ya katıldığı sürece, onları ör­gütün dışında tutma umudumuz yoktur. 1926 sonunda, artık böyle bir umudumuz yoktu. Evet, yığınlar nereye gi­diyorsa, bizim de oraya gitmemiz gerekir. Ama bu tavırla­rın yanlış olmalarının başka nedenleri de vardır. Dopola­voro'nun parçalanmasını istiyorduk. Ama bunun karşılı­ğında bugün fabrika işçilerine, köylülere, büro işçilerine biz kendimiz ne verebiliriz? Hiçbir şey. Bu tavrı almak de­mek işçilere şunu söylemek demektir: sporla uğraşma­malısınız, kendinizi yeraltı faaliyetinden başka hiçbir kültürel faaliyete vermemelisiniz, eğlence için hiçbir ye­riniz olmamalı. Bu yönergeler, yığınların bu temel gerek­sinimlerini tümüyle görmezden gelen Sosyalist Parti'nin eski tutumunu anımsatır. Şunu iyice bilmeliyiz ki, yığınlar Dopolavorolara gitmekle iyi ediyorlar; çünkü, faşizme karşı savaşım soru­nunu, belli gereksinimlerini karşılama sorunu ile bağdaş­tırabiliyorlar; çünkü, bu örgütleri direniş merkezlerine, faşizme karşı savaşım merkezlerine çevirebilirler. Öyleyse, ayrı ayrı yerel şubeler arasındaki farklara yeniden ağırlık verilmelidir. Birçok bölgelerde, üyelerin ilgi duydukları işçi kulüpleri, zorlayıcı sayılamayacak olan örgütler vardır. Ama bu düşünce bir yana, eğer Dopolavorolara gitmeme yoluna, yalnızca onları dağıtmak için çalışma yoluna gi­rersek, genç işçi yığınları arasında, hatta yalnız genç işçiler de­ğil, genel olarak işçi yığınları arasında örgütleme çalışmaları yapma şansını yitirmiş oluruz: bu örgütlere üye işçiler için ki­taplık bir şey demektir, bir gezi, bir piknik vb. bir şey demektir. Eğer bunları göz önünde tutmazsak, kendimizi yığınlardan koparmış oluruz. Çizgimiz, pişmanlık ve sakınma duymaksızın Dopo­lavoro'ların içine girmek olmalıdır. Dopolavorolar'da, fa­şist sendikalar içinde olabildiğince daha ileri biçimler ve amaçlarla çalışarak sınıf savaşımına öncülük etmeliyiz.

Dopolavoro'ya girme sorununun nasıl ortaya çıktı­ğına bakalım. Bu alanda katı direnişlerle karşılaştık, hâlâ da karşılaşıyoruz. Bu direnişi yapan yoldaşlar, yalnız yığın örgütlemesi yapma olanağını yitirdiklerini değil, aynı zamanda kişisel açıdan, polis baskısına uğramak açısın­dan da kendilerini hoş olmayan bir duruma soktuklarını anlamıyorlar. Dopolavoro'nun üyesi olan bir yoldaş, poli­sin tanıdığı bir kimse olsa bile, şu ya da bu biçimde polis denetiminden kaçınmak için önünde bir sürü olanaklara sahiptir. Tipik bir örnek verelim: hapisten çıkan yoldaşlar hiçbir zaman kendiliklerinden Dopolavoro'ya uğramı­yorlar. Soruyoruz: hapisten çıktığınız zaman, vaktiyle üye olduğunuz kulüplere yaklaşmaya çalıştınız mı? He­men hiçbirinin bu örgütlere uğramadığını öğreniyoruz. Bunun bir ahlâksızlık olduğuna, aralarında derin bir uçu­rum bulunduğuna inanıyorlar. Faşist örgütler oldukları için bunlara gitmenin doğru olmadığını sanıyorlar. Çiz­gimizi açık seçik ortaya koymalıyız: en eski, en tanınmış yoldaşlar bile Dopolavoro'ya katılabilirler ve katılmalıdırlar, atılıncaya kadar da orada kalmalıdırlar. Ve, bazı durumlar­da onların Dopolavoro'dan atılmalarına çalışılması bi­zim için bir savaşım öğesi olabilir. Eğer kalmak istedikle­rini, buna hakları olduğunu, çünkü ödentilerini düzenli olarak ödediklerini vb. söyler ve bunda diretirlerse, belki de çoğunluğu kendi yanlarına çekebilirler ve çoğunlu­ğun sevgisini kazanabilirler. Onların hatalı tavırları aynı zamanda eski partililerin, Faşist ambleme dehşetle bakan yaşlı işçilerin davranışını yansıtır. Onların bu duyguları, bir ilkenin ne demek olduğunu bildiklerini gösterme ba­kımından saygıyla karşılanacak bir şeydir. Ama tavırları yanlıştır, çünkü kişi, ilkelerine böyle sarılmaz; yoksa biz­ler inzivaya çekilebilir, bir ormana gidip orada komüniz­me tapınabilirdik Görevimiz bu örgütlere katılmak ve onların içinde ilkele­rimiz için savaşımı örgütlemektir. Bu savaşımda, en temel dürtülerden işe başlamalıyız. İşte bu örgütler, faşizme di­renmek için, bu bakımdan biçilmiş kaftandır. Bu nedenle bu örgütlere mutlaka katılmalıyız. Hatta parti merkezin­de bile, bazı yoldaşlar bu doğru olmayan tavrı takınmış­lardı, ama yenildiler. Onlara dedik ki: fabrika işçilerinin yığınlarla ilişki kurmalarına yardımcı olacak yerde, faşiz­min yarattığı ve işçi sınıfı ile partinin eski militanları üze­rindeki faşist baskıların sonucu olan siyasal sınırlamala­ra ve bölünmelere kapılıyorsunuz.

Evet, bu örgütler içinde çalışmaya koyulmalıyız. Ama nasıl? İşte bu noktada taktiklerimizi genişletmeli­yiz. Bir örgüte onu bölmek ya da yığınlardan kopuk ola­rak çalışmak için girmeyeceğiz. örneğin, bazı yoldaşlar şu formülü önerdiler: Dopolavoro'ya katil ve ayrı faaliyet­ler örgütle; Dopolavoro gösterilerde bulunduğu zaman, yoldaşlarımız başka yere gitsinler. Bunda yalnız bir tek doğru öğe var; yani, yoldaşların birbirleriyle bağ kurması, bir hizip, bir muhalefet grubu olarak çalışması. Ama bü­tün bunlar yığının arasında, yığınla teması hiç yitirmek­sizin yapılmalıdır. Milliyetçi amaçlarla örgütlenmiş olsa­lar bile, büyük gösterilere gitmemek bir hatadır. Eğer mil­liyetçi bir gösteri varsa —örneğin, Savaş Ölüleri Anıtını ziyaret— yoldaşlar buna katılmalı mı katılmamalı mı? El­bette katılmalıdırlar. Yalnız birkaç durumda gitmemele­rine izin verilebilir: Yoldaşlarımız, gitmeme kararını ör­güt içinde işçilerin çoğunluğuna açıkça onaylatabilecek kadar güçlü oldukları zaman. Ama bu noktaya ulaşmak için çoğunluğu zaten kazanmış olmak zorunludur. Eğer bin ya da iki bin işçi bir gösteriye giderse, yığınla teması korumak, ona seslenmek, kuşkular uyandırmak, gösteri­nin örgütleyicileri ile yığınlar arasında çelişkiler yarat­mak için, bizden de elli kişi gitmelidir. Bu bizim görevi­mizdir. Bugün izlediğimiz temel çizgi, Dopolavoro örgütleri­nin işçiler tarafından ele geçirilmesidir. Bu da çok tartış ılmı ş­tır; bundan daha önce söz etmiştik. "Dopolavoro işçilere!" sloganı haklı olarak eleştirildi, çünkü bu durumuyla Do­polavoro'nun ele geçirilip bir sınıf örgütüne dönüştürülebileceği hayalini yaratabilirdi. Faşist diktatörlükte bir çözülme olmaksızın, bu olanaksızdır. Ama tek bir Dopo­lavoro örgütü teslim alınabilir mi? Evet. İşçilerin eğilimi bu yönde mi? Evet. Örgütlerde bunun ilkel bir biçimine şimdiden rastlamak mümkündür. Önce Dopolavoro'nun merkezi ele geçirilir. Son zamanlarda, bazı Dopolavoro merkezlerinde yıkıcı(!) şarkıların söylendiği bile anlatılı­yor. Bu başlı başına bazı özgürlüklerin kazanılması de­mektir. Sonra, yönetimi ele geçirmeye çalışılır. Bu önce gizli biçimlerde denenir: örneğin, eski memur, denetçiyi kabul eder, ama bildiği gibi davranmaktan vazgeçmez. Bu ilginç, ama tehlikeli bir eğilimdir. Eğer biz bu eğilimin başına geçip onu yönlendirmezsek, bu yalnız faşizmi ra­hatsız etmekle kalmayacak, ayrıca örgüt bu duruma uyum sağlayacaktır. Faşizmin bu örgütlere karşı her za­man açıkça tepki göstermemesinin nedeni budur. Faşizm duruma uyum sağlamasını bilir; böylece, eski memur, fa­şizme uyum sağlamadığını sanır, ama eninde-sonunda ona gerçekten uyum sağlar. Tehlikenin yattığı yer budur: işçi ve eski memurların faşizme uyum sağlamaları.

Bu tehlikeyle savaşmanın yolu, faşizme karşı çıkma eğiliminin başına geçerek ona bir sınıf içeriği vermektir. Yığınların bilinçsizce yaptıklarını bilinçli olarak yapma­larını, daha sonra da ileri atılmalarını sağlamalıyız. Bu ör­güt, çeşitli biçimler alabilen faşizme karşı bir faaliyet merkezi haline getirilmelidir.

Elbette, "Mussolini'nin kurşuna dizilmesini iste!" diyemeyiz. Yoksa, kendimizi açığa vuracağımız için bir hata işlemiş oluruz. Dopolavoro' dan atılırız, işçilerin ço­ğunluğu arkamızdan gelmez ve iş böylece biter. Eylemi­mizi odaklaştıracağımız sorunlar Dopolavoro'nun kendi içinde bulunmalıdır. Dopolavoro'ya özgü istekler --spor, kültür vb. ile ilgili istekler— ve demokratik istemler ileri sürmeliyiz.

Birinci alanda çok az şey yaptık. Gençlik Federasyo­nu bu gibi isteklerde bulunmakla bir şeyler yapmıştır. Spor alanında, şovenizme karşı savaşım alanında bazı faaliyetler göze çarpmakta, ama birçok başka alanlarda hemen hemen hiçbir şey yapılmamaktadır. Örneğin, kül­tür alanında, sınıfsal içerikli kitaplarla bir kitaplık kurmaya çalışan bazı yoldaşlarımız oldu. Ama bu bile ancak yarım-yamalak yapıldı. Oysa, kültürel çalışmalar yapıl­malıydı; bugün İtalya'da yıkıcı sayılan Gorki, Tolstoy ve daha başka yazarların yapıtları dağıtılmalı ve açıldanma­11, bu kitaplardaki düşünler faşizmin düşünleriyle karşı­laştırılmalı, bu yolda çabalar harcanmalıydı. Bu alanda bile çelişkiler yaratılabilir. Ama bu zor bir iştir.

Hele bu yöntemin en yüksek düzeye ulaşması, ulu­sal bir gösteri niteliğine bürünmesi çok zordur. Zor, ama olanaksız değildir.

Kitaplığa Sovyetler Birliği'nden söz eden kitaplar getirtilmesini istemek —İtalya'da hala yasal olan bu gibi kitaplar vardır— ve Sovyet sorunlarını tartışmaya başla­mak gerekir. Bu biçimde yasal ya da yarı-yasal bir Sovyet­ler Birliği Dostları derneği kurulmuş olur. Örneğin, Tries­te' de bir Dopolavoro Sovyetler Birliğine bir gezi düzenle­miş, Odesa'ya dek gitmiş ve yerel örgütlerle ilişki kur­muştur. Dönüşlerinde geziye katılanların hepsi tutuklan­mıştır. Ama yine de bir şeyler başarılmıştır. Işin en ilginç yanı da, bunun Trieste gibi, yoldaşlarımızın henüz düş­man örgütleri içinde çalışma üzerine hiçbir şey bilmedik­leri ve bu konuda isteksiz oldukları bir yerde gerçekleşti­rilmiş olmasıdır.

Bir başka eylem türü de, isteklerde bulunmaktır. Fa­şist denetçi defolsun! yönetimin üyelerce denetimi. Gö­revlere seçimle gelmek, gibi. En küçük bir olay bile bir sıçrama tahtası olarak kullanılmadığı sürece, bu alanda iyi bir iş yapılamaz. Örneğin, örgütün kasasından bir şey­lerin çalındığına ilişkin söylenti mi var, hemen kasanın açılmasını ve denetlenmesini isteriz. Firma Dopolavoroları alanında savaş çok daha zordur. Burada, seçimle iş başına gelme isteği çok ileri bir is­tektir. Bu, tüm örgüt yapısının dağılması demektir. Bu ancak uzun çalışmalardan sonra başarılabilir. O halde ne yapmalıyız? Dopolavoro'ya iki yüz işçi sokmalı ve yoğun bir güç olarak bir dizi yığın çalışmaları yapmalı ve çeliş­meler yaratmalıyız.

Yerel Dopolavoroları ele geçirme ve elimizde tutma durumuna gelebiliriz ve gelmeliyiz. Bu, onların Faşist eti­ketini hemen atacağız demek değildir. Ama bu örgütler, aslında faşizme muhalefet ruhu içinde çalışmakta ya da hiç değilse kendi içlerinde hâlâ demokratik örgüt biçim­lerini korumaktadırlar. Dopolavoro'ya katılmalı ve onun içinde Komünist hücreler meydana getirmeliyiz.

Dopolavoro'nun aynı zamanda parti hücreleri, sen­dika grupları vb. için bir örtü olarak kullanılabileceğini unutmamalıyız. Bu olanak birçok yerlerde özerk örgütler yaratma olanağıyla baş başa gider. Özerk bir örgüte sahip olma olanağı varsa, onu yaratmalıyız. Bu alanda yapılmış olan şeyler henüz çok azdır.

Bir noktada, bu özerk örgütler Dopolavoro'ya katıl­maya zorlanmaktadır. Bu durumda ne yapmalıdırlar? Durumu tartışmak ve sonuna dek direnmek gerekir. Ama Dopolavoro'ya katılmaktan ya da dağılmaktan başka hiç­bir çıkış yolu yoksa, o zaman Dopolavoro'ya katılmalı ve sürekli olarak yığınlara bağlı kalmalılar. Nitekim bu örgütler, birçok durumlarda, öteki yerel Dopolavorolorla bağlantı kurmak için bize sağlam birer dayanak noktası olarak hizmet edebilirler.

Değinmem gereken öteki konular üstünde durmaya vaktim yok; onun için bunları ister istemez tartışma saati­ne erteliyorum. Ancak Dopolavorolardan ne biçimde yararlanabileceğimizi ve bu konuda mevcut bütün olanak­ları en geniş biçimde kullanmanın gereğini yeterince be­lirttiğimi sanıyorum.


*Palmiro Togliatti 1935


Not: kopyala yapıştır yapılmazsa sevinirim epeyce uğraştım

Kebap

Thick as Thieves'i ikinci kez izlerken fark ettiğim bir arka plan.

Related Posts with Thumbnails