30 Kasım 2011 Çarşamba

Bir zamanlar Alişan...

ne mahsun var ne ibo ne özcan ne izzet...Çıplak Vatandaş filminden

15 Kasım 2011 Salı

Burak Yılmaz'ın Ofsayta Düşmeyeceği Saha Önerileri


 İleri hattın sağında oynarlarsa Almeida da Inzaghi de faydalanır. 


 Burada ofsayta düşene bir değil direkt bir çift altın ayakkabı helaldir. Nobel matematik dalında da verilmeye başlanır.
Bu da kutu modelli bir saha. Rakiplerin vantuz tabanlı krampon giymediğini varsayarsak, yerçekimine karşı koymaları imkansız olacaktır. Burak bu sefer defansın arkasına sarkmaz da gerçekten arkadaşları tarafından orta çizgiden rakip sahaya sarkıtılır. Çivileme gol diye bir tanım ortaya çıkacaktır.


Bu biraz Dexter Morgan sahasına giriyor. Yan hakemler mevta oluyor. Yalnız ülkemde bu seviyede çakmak ve dolayısıyla onun hacminde gaz kullanırsa, Y.D. homo sapiensler yok olana kadar Beşiktaş'ı bırakmaz. 

14 Kasım 2011 Pazartesi

Türkiye-Cruzeiro Hattı

2009 yılında şöyle bir şey eklemiştim.  Melo ve Wagner de gelince takım tamamlandı. Türkiye'de oynamış Kuruzeyirolular...


2012=2014

Euro 2012 eleme gruplarında alınan puanları 2014 Brezilya elemelerine uygulayınca kimler gider kimler play-off sürecini bile yaşayamaz.

12 Kasım 2011 Cumartesi

Farkınız Farkımız Olsaydı


Net bir cümle ile başlayalım. Oyun esnasında futbolcuları protesto etmenin bir halta yaramayacağına inananlardanım. Maç içi protestoların en fazla yaşandığı Beşiktaş’ı tutmak da bu düşünceme büyük katkı sağlıyor. İşin diğer tarafında ise daha büyük bir sorun yer alıyor. Futbolcuların davranışları.
Taraftardan girelim olaya. Bir Cansel-Alpay mevzusu vardı hatırlar mısınız? Cansel ile Alpay aşkı Televole’nin magazini elinde oyuncak ettiği dönemde alevlenmiştir. Belirli bir zaman aralığında tüm Türkiye’nin gündeminde artık bu olay vardır. Alpay o yıllarda Beşiktaş’ta oynamaktadır. Diğer takım taraftarlarından neler duymaya başlarız. Şaşırtıcı olmayacak şekilde Cansel Özalan’ı merkeze alan küfürler. Yıllar yılları kovalar Alpay, Fadıl Akgündüz’ün adımlarına basa basa Fenerbahçe’ye transfer olur. Bu sefer o küfürleri kim eder. Cevap vermeniz bile gereksiz, sıra Beşiktaş tribünlerindedir. Sonra Jardel’in karısı rakip tribünlere malzeme olur, eş zamanlı olarak da Fenerbahçeli bir futbolcunun eşinin fotoları tribünde gezer. Bazen binlerce kişilik bir koro bunu söyler bazen de birkaç adam bunu söyler. İBB taraftarını bir kenara alırsak tribünlerin mayasında can alıcı yerlere dokunmak vardır. Kah adam nefret ediyordur kah oyuncunun performansı berbattır. Dokunmak için cinsiyet uzuvları gerekmez, beyin kıvrımları da yeterli olabilir. Dün gece, Volkan’a o hareketlerinden veya o sözlerinden evvel toplu küfrü duyamadım. Bireysel küfürlerin olduğuna eminim ama o stadyumda güvenlik görevlisi korkuluk vazifesinde midir? Meşhur yasa çıkmadı mı? İstese o adamı süründürür. Süründür de süründür de yüreği elvermiyor. Belki de geçen sezon o şişeyi kendisine atan adam kodaman. Hadi için elversin bu sefer, yasa da arkanda süründür o adamları ama Volkan TRTArgo’nun sağ alt köşesinde açılan kutunun içindeki yerini garantileyecek harf öbeğini sarf ediyor. Devrin değiştiğini bilmiyor. En uç tahminde bulunalım. O küfürleri televizyonda izleyip stadyumda bulunan hayal kırıklığına uğramış kalabalığa kısa mesajlar gönderilmiş midir gönderilmemiş midir? Bu çağda karnından küfretsen, kameralara yakalandığında Japonya’daki vatandaşlar bile söver sana. İster istemez söver. Futbolcu ile tribündeki adamın bir tek cüzdan kalınlıkları birbirinden farklı, mayası ekseriyetle aynı. Alman Milli Takımı’nda olsan bile ettiğin küfür belli. Onu da içinden çıkartmazsın. Bireysel küfürlere cevap verdiğinde sana sövmeyenler bile üzerine alınır ve işin içinden çıkamazsın. Çünkü ahlakta farkınız farkımız değil. 
Ayhan’ın Beşiktaş ile yan pas yaptığı yıllar, iki hafta bir şey yapmadan biriktirdiğim parayı Göztepe maçına vermişim. Hayatımda ilk kez kapalı tribünde maç izleyeceğim. Bağırmayı sevmeyen bir grup olduğumuzdan eski açık tarafında kümelenmişiz. Birkaç gün sonra BJK-Karşıyaka basketbol maçı var. 3-5 Karşıyakalı da bizim tribüne gelmiş oda orkestrası kıvamında Göztepe’ye hayatımda duymadığım kelimeleri şakıyor. Maç başlıyor. Ahyan Pasman’a sövmüyorum bile zira o sıralarda (şimdi ise sadece kendime sövebiliyorum) ağzımdan arkadaşlarımın küfür bile duyduğunu sanmıyorum. Ertuğrul Sağlam gol atıyor. Hep beraber zıplıyoruz ama o ne. Ertuğrul Sağlam bizim bulunduğumuz yerin önüne geliyor. İşaret parmağını kaldırıyor ve ağzından karışık kuruşuk sözler dökülüyor. Sırt numarasına Ertuğrul’u eşitlemiş ben ve benden içeri bir hayal kırıklığına uğruyor. Hayatımda etmediğim kelimeler, hayallerle birlikte sahaya dökülüyor. Sonrasında Ertuğrul Sağlam elleriyle size demedim ona dedim diye bir hareket çekiyor. Bu olayın siniri daha sabitken orta taraf gol sevinci yaşadığından hadiseyi hiç fark edemiyor. Sonrasında basıyorlar bize kalayı. Tribünle bağım da o sahne ile kopuyor. Hayal ettiğim her figür tuzla buz oluyor. Ertesi gün Akşam gazetesinde Kazım Kanat ne diyor? Ertuğrul Sağlam taraftara o hareketleri yapmamalıydı. Bir hikayenin kaç boyutunun olabileceğini buradan öğreniyorum ve soru Ertuğrul Sağlam önceden bilendiği adama küfretmese ne olurdu? Ben küfreder miydim, tribünlerin ortası bize sataşır mıydı, Kazım Kanat Ertuğrul Sağlam’ı suçlar mıydı?
Rıdvan Dilmen’i de futbolcu arkadaşlarının dar zamanlarında onların yardımına koşan bir olarak hatırlamak istiyorum. Manipülasyon bu çağda sökmüyor. Sonra kendisini ilk kez izleyen biri “Şu konuşan da iyi yorumcuymuş” diyebilir.

11 Kasım 2011 Cuma

Türkiye'ye En Çok Gol Atan Hırvat

Türkiye A Milli Futbol Takımı'na en çok gol atmış Hırvat epeyce eskide kalıyor. II. Dünya savaşı ertesine gidiyoruz ama Eduardo Hırvat sayıldığından Yugoslavya Milli Takımı'ndan bir Hırvat bulup onun hakkında yazmaktan başka çare de yoktu.

Stjepan Bobek 3 Aralık 1923’te Zagrep’te doğar. Futbola biraz hileyle başlamıştır. Bizde yaş küçültme hadiseleri yaygınken, Bobek abisinin lisansını kendisininmiş gibi gösterip 12 yaşında* alt liglerde boy gösterir. İkinci Dünya Savaşı biter bitmez Partizan’da oynamaya başlar. Partizanlılar’a göre 471 maçta 417 gol atmıştır. Bu da Partizan kulübü tarafından gelmiş geçmiş en iyi oyuncu seçilmesinin tek sebebi oluyor. Kulüple 14 yılda iki lig dört de kupa şampiyonluğu yaşıyor. 1945 ve 1954’te gol kralı oluyor.* *

Bize karşı ilk golünü 5 Ağustos 1948’de Londra Olimpiyatları’nda bulmuştur. Maçı 3-1 kaybetmişizdir. İkinci maç 17 Ekim 1954’te Sarajevo’dadır. Sol iç olarak başlar defansımızın arasından sıyrılır ve Turgay Şeren’in tereddütlü davranmasından dolayı ilk golü yeriz. İkinci golünü 30 metreden ağlarımıza bırakmıştır. 73. dakikada milli takımımıza son golünü atar Bobek. Aslında bu gol Milli Takımlar’daki de son golüdür. Yugoslavya’nın bir daha Voltran oluşturmayacağını düşünürsek de Bobek’in Yugoslavya’nın en çok gol atan futbolcusu olmasında bizim de büyük payımız vardır.(38 gol)

Sonrasında döviz kaçakçılığından 7 aya mahkumdur ama cezası ertelenir. 1960’ların sonunda adı Galatasaray ile anılsa da 1970’de Altaylı’dır. 85,000 liraya anlaşmışlardır. Türkiye’de ise ancak 1 ay kalabilir. Altay 4 maçta 2 puan toplamış ve ligde 14. sıradadır. Ayrılış nedeni ise başarısızlıktan ziyade hasta olan eşinin yanında olmak istemesidir. Neticede Bobek ayrılır; sonrasında Beşiktaş ve Fenerbahçe’nin transfer listesinde diye söylentiler çıkar ama bir daha ülkemize gelmez. Tunus’a gider bir kupa kazandırır. Vardar ve Zemun’u çalıştırdıktan sonra saha kenarından da ayrılır. 10 Ağustos 2010’da altıpas diptedir.

4 golü vardır Bobek'in bize, ikinci sırada ise 3 golle Zlatko Vujovic yer almaktadır.

*13 de olabilir. Kendi biyografisinde 12 demiş.
**Gündelikçinin notu= 417 gol atan bir adamın 14 yılda iki kez gol kralı olması garip ama Partizan’ın resmi verisi olduğu için en iyi ihtimal özel maçları da saydıklarını düşüneceğim
Kaynaklar: rsssf, youtube, partizan resmi sitesi, milliyet arşivi

10 Kasım 2011 Perşembe

Galatasaray'ı Kurtaran Erol Tolga Konuşuyor



Beşiktaş ve Galatasaray 31 Mayıs 1987 günü 35. hafta maçlarına çıkacaklardır. Puanlar 50-50'dir. Beşiktaş'ın averajı +39 iken Galatasaray'ın averajı +28'dir. Beşiktaş, Denizlispor önünde 1-0 öndedir ve gol Ali'den gelmiştir. Dakika 85'te Erol Tolga'nın resimdeki serbest vuruşu sonrasında Galatasaraylılar 36. haftayı beklemeden sokaklara dökülmüştür. 14 yıllık hasret bitmiştir. "21" programından konuşmayı kırptım, kendisinin sözlerinden o anı dinleyebilirsiniz.

Not=Golü ekleyecektim de garip bir montaj yapmışlar. Şöyle ki; maç Denizli-Beşiktaş arasında ama saha kenarına sanki 3. bir yedek kulübesi daha koymuşlar. Erol Tolga gol atıyor ancak devamında Galatasaray kulübesi hoplamaya başlıyor.

8 Kasım 2011 Salı

Aykut Amca Sen Çok Yaşa


Beşiktaşlı taraftarların Darülaceze'ye yaptığı bayram ziyaretinde mikrofonlara konuşan Aykut Amca'nın şovu

6 Kasım 2011 Pazar

Beşiktaş'a Portakal Sınırı Getirilsin!

RTÜK ile konuşulsun ve Beşiktaş'ın maçlarına portakal sınırı getirilsin. Portugal sınırı demiyorum direkt portakal sınırı diyorum. Gelecek nesillerin psikopat eğilimler göstermesinin önüne ancak böyle geçilebilir. 
Tatillerde yarı zamanlı obez olarak çalışmaktayım ve tabağıma yemek koymak için gittiğimde 2-0 öndeydik, sol üst köşedeki skor ile kaskatı kesilmişken yemeğin buharı imdadıma yetişti ve çözüldüm. Atarız diye umutluydum ve bir bardak su içip mutfaktan döndüğümde 2-3'lük bir skor. Sonra 2-4. Sigorta kapsamından çıkarılma sebebi olan bir takımız. Doğmadan önce de böyleydi doğduktan sonra da. Dünya Sağlık Örgütünce Be-sick-tas hastalığının tanınmasının arefesindeyiz.  Galiba biz doğuştan yanmışız...1+9+0+3=13

Avrupa Dönüşü Ligdeki Beşiktaş (2007-2012)

Detaylısı 2012 baharında eklenecektir. (Totem)



16 Ekim 2011 Pazar

13 Ekim 2011 Perşembe

Bünyamin Gezer liginde hangi proto-büyük şampiyon?


Bünyamin Gezer'in yönettiği Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray, Trabzonspor maçları sonunda şampiyonluk kupasının kime gittiğine bakalım.
Ahmet Çakar'ın Humphrey (şıvaynşıtayger kadar zor) Bogart ve Clark Gable hibriti olarak betimlediği Bünyamin Gezer dün aktif hakemliğe noktayı koydu. Kendi ağzından duymadım ama gazetelerin haberlerine göre de ben de bıraktığına inandım. İstikametin tv olduğu söyleniyor ve tam da futbolumuzun polisiyeye batmış olduğu çağda hem prim hem de pirim yapacaktır. Kendisinin bıraktığı hafta Guti'nin Beşiktaş kadrosuna girme ihtimalinin belirmesi de ayrı bir ironidir. Carvalhal'ın o bildiği "bir bildik" herhalde buymuş.
Soğuk bir Aralık akşamıydı. İstanbul'a usul usul :C≡O: yağardı ve Bünyamin Gezer dördüncü hakem olarak proto-büyüklerin en protosunun maçında hayaller kuruyordu. Dördüncü hakemin tek bir hayali vardır, o da yedek futbolculardan farksız bir şekilde maçın hakeminin sakatlanmasını ister. 17 Aralık 2003'de ise Hakan Sivriservi (bir şıvaynsıtayger daha) sakatlanmaz...
Maçı Beşiktaş kazanır...

Lafı uzatmadan Galatasaray ile başlayalım
Muslera, Bünyamin Gezer'i arayıp da o kırmızı kartı istese, çerçeveletse kimse bir şey diyemez. Böylelikle gösterdiği son sarı ve kırmızı kartın yabancı futbolculara olmasından mütevellit saçma sapan sorularla muhatap olmaz.
Bünyamin Gezer Galatasaray'ın 17 maçını yönetmiş 8 galibiyet, 5 beraberlik, 4 mağlubiyet ve 34 sarı 6 kırmızı kart görmüşüzdür.
Fenerbahçe:19 maç, 10 galibiyet, 4 beraberlik, 5 mağlubiyet, 38 sarı ve 4 kırmızı kart
Beşiktaş:16 maç, 9 galibiyet, 1 beraberlik, 6 mağlubiyet, 27 sarı ve 4 kırmızı kart
Trabzonspor:15 maç, 9 galibiyet, 3 beraberlik, 3 mağlubiyet, 46sarı ve 4 kırmızı kart

Fenerbahçe 34 puan
Trabzonspor 30 puan
Galatasaray 29  puan
Beşiktaş 28 puan

Bir de maç başı puana göre bakalım:
Trabzonspor 2.000
Fenerbahçe 1.789
Beşiktaş 1.750
Galatasaray 1.706





12 Ekim 2011 Çarşamba

Play-off hesaplama sistemi = İrlanda üstümüzde

İrlanda 8 maç sonunda 232505 toplamıştı ve bunu 8'e bölüyoruz. 29063. Bunun ağırlık faktörü ise 0.4 idi. Elde edilen puanları 0.4 ile çarpıyoruz ve 11625 oluyor.
Türkiye 8 maç sonunda 221511 puan toplamıştı ve bunu da 8'e bölüyoruz. 27688. Ağırlık faktörü yine 0.4 ve sonuçta 11075 oluyor.

2 maç kala ise sıralama ve puanlar şöyleydi.

Türkiye 27836
İrlanda  27268
Aradaki fark 568 idi



İrlanda 10 maç sonunda 314008 topladı ve bunu 10'a bölüyoruz. 31400....0.4 ile çarpımından sonra 12560 oluyor.
Türkiye 10 maç sonunda 271011 puan toplamıştı ve bunu da 10'a bölüyoruz. 27101. Ağırlık faktörü yine 0.4 ve sonuçta çarpınca 10840 oluyor.

İrlanda'nın 8. maç ile 10. maç arasındaki puan farkı +935
Bizim ise   8. maç ile 10. maç arasındaki puan farkı -235

İrlanda bize iki maçta 1170 fark atıyor.

Peki biz  kaç puan üstündük 568


10. maç sonunda İrlanda ne kadar üstün 1170-568=602

İrlanda üsütümüzde

Türkiye'nin puanlamasında toplama hatamı gören ve düzelten Mücahit Sarnık'a teşekkürler. Daha öncesinde 602 değil 502 puan bulmuştum. Kafayı yemekten kurtardı.

4 Ekim 2011 Salı

Transfer Penceresine Kadar 1 Teknik Adam Kısıtlaması ya da Bakıcı Antrenörler



Yıllardan beri ligler başladıktan sonra yapılan oyuncu transferlerinin ligin adaletine gölge düşürdüğüne inanırım. Ligimizin şimdiye kadar “her turnuvaya katılabilmiş” bir Milli Takım önceliği nedeniyle “Yazlıkçılar” kategorisinde olması ve transfer penceresinin Eylül başına kadar bizi cereyanda bırakması adaletsizliğin başat sebepleridir. Bu yılki katastroftan ötürü ise mecburen transfer perdesini çekip adaletli bir şekilde oyuna başlamamız kısmi adaleti sağlamıştır. 

Kısmi adalet nitelemesi ise ligin devamının Ocak 2012 başında rejenere olmasından dolayıdır. Transfer penceresinin ortasından girecek müstakbel Galatasaraylı futbolcu 18. haftada Belediye’ye karşı oynayamayacakken diğer 16+belki 6 maçta oynayabilecekse ve formuyla da ligimizi aşırı dozda zevke sevk edecekse 16 takımımızın günahı nedir? 

Asıl husus da başlıktan anlayacağınız üzere teknik adam dolaşımının aşırı seviyede seyretmesi. Sirkülâsyonun olmasına bir şey diyemeyiz lakin ligin kaderine etki edecek bir duruma geldiğinde belirli şartlara bağlı olarak takımların başına geçmelerini dileyebiliriz. 

2010-11 sezonuna dair teknik adam değişikliklerinin ardından “modifiye ve motive” takımların oynadığı ilk iki lig maçını baz alarak skorların fikre payanda olup olamayacağına beraber bakalım. Yazının sonunda yazacaklarım elde edilen verilerin desteğine bağlı olarak değişmeyecektir. 

İlk sırada Eskişehirspor var: 
Eskişehirspor sezona Rıza Çalımbay ile başlamıştır. Rıza Çalımbay, Yaz – Sonbahar döneminin üçte birini göremeden gider, ardından bir hafta, takımı yardımcı antrenöre emanet ederler ve 7. hafta sonunda 3 puanları vardır. 9. hafta sonunda ise yani Uygun ile geçen ilk iki hafta sonunda ise puan 9’dur. Takım Belediye ve Karabük’ü yenmiştir. 6 puan 

İkinci sırada Galatasaray var: 
Galatasaray sezona Frank Rijkaard ile başlamış ancak takım içindeki aşırı halsizlik neticesinde görevinden ayrılmıştır. 8. haftada oynanan Ankaragücü maçı ve 2-4’lük skor sonrasında Galatasaray ortadaki puanların yarısını alabilmiştir, yani 12 puanı. Sonrasında Hagi’ye emanet edilen “haşlanmış koltuk” ve 10. hafta itibariyle Galatasaray’ın puanı 16’ya çıkmıştır. Fenerbahçe ile berabere kalıp, Antalya’yı yenmişlerdir. 4 puan
Galatasaray teknik adam hasadında fena bir yıl geçirmemiştir ve takımın başına Bülent Ünder 27. haftada getirilmiştir. Hagi’nin Fenerbahçe ile başlayıp Fenerbahçe ile biten serüvenin ardından görev bulan teknik adam ilk iki maçından 0 puan almıştır. Galatasaray’ın sezon ortasında modifiye olması bile motivasyona yetmemiştir. 0 puan 

Üçüncü sırada Manisaspor var: 
Manisaspor’da ligin ilk 4 maçında Hakan Kutlu en tepededir lakin sıfır çekerler. Ligin 6. haftasında ise yani Hikmet Karamanlı iki hafta sonucunda puan hanesinde 6’yı görürüz. Manisa deplasmanda Trabzonspor’u ve iç sahada Sivasspor’u yenmiştir. 6 puan 

Dördüncü sırada Ankaragücü var:
Ümit Özat ikinci yarına ilk maçlarına kadar takımın başındadır, görevi bırakır. Yerine teknik adam arayışında olan Ankaragücü ancak 24. haftada Mesut Bakkal ile anlaşır. O Ankaragücü önce Konyaspor’u ardından da Galatasaray’ı yener. Bir 6 puan daha… 

Beşinci sırada Sivasspor var:
Sezona Mesut Bakkal ile girerler. 10. haftada Rıza Çalımbay gelir. Önce Beşiktaş’a ardından da Belediye’ye yenilirler. 0 puan. 

Altıncı sırada Bucaspor var:
Sezona Bülent Uygun ile başlarlar. 8. haftada Samet Aybaba gelir. Gaziantepspor’a yenilirler ve Sivasspor ile berabere kalırlar. 1 puan. 

Yedinci sırada Konyaspor var:
Sezona Ziya Doğan ile başlarlar. Fena oynamadıkları maçta Bucaspor’a 3-2 kaybederler. 22. haftada teknik adam koltuğuna Yılmaz Vural gelir. Belediye ile berabere kalırlar ardından da Karabük’e yenilirler. 1 puan. 

Bu meramımı anlatacağım bir örnektir. “Niye Beşiktaş yok, onların da teknik adamları değişti” sorusunu aklında tutanlar için gelsin... Gençlerbirliği imdadıma yetişir... 

Gençlerbirliği Thomas Doll ile yollarını ayırırken o koltuğa kimi oturttu? Zumdick’i. Zumdick kim? Sene başında Thomas Doll’un yardımcılığını yapan bir teknik adam. Yani bir teknik adam gittiğinde ki burada esas adam Thomas Doll yerine ancak takımın antrenörü gelebilir. Takımın antrenöründen kastımız ise transfer sezonundan sonra takımla anlaşmamış biri… Sait Karafırtınalar da aynı kümeye dahil edilebilir.” 

Burada dikkat ettiyseniz takımın başına yeni bir teknik adam gelmesinden sonra geçerli olan sonuçları aldım “bakıcı antrenörler” (Anglosaksonların “caretaker” menajerine ancak bunu uydurabildim) ile bir sorunum yok…Zumdick de Sait Karafırtınalar da Tayfur Havutçu da bakıcı antrenör kümesindedirler. Çünkü onlar transfer penceresinden sonra imza atmamıştır. 

Kafasında ikinci bir sorusu olanlara da cevap verelim. Kasımpaşa meselesi… Kasımpaşa'da Yılmaz Vural takımı ilk devredeki 17 maçı oynadıktan sonra bıraktı keza Fuat Çapa da ligin diğer yarısındaki maçlara çıktı. Bu da transfer penceresinde yapılabilecek legal ve daha da önemlisi adil bir değişiklik olacaktır. 

Örnekleri verdikten sonra teknik adamların transferlerinde adilane kriterleri kelimelere dönüştürelim… 

1-Kulüp her transfer döneminde(Yaz Penceresi veya Kış Penceresi) sadece bir teknik adamla çalışmalıdır. Teknik adam da sadece bir transfer penceresinde takım değiştirmelidir. 
2-Kulüple teknik adam yollarını ayırırsa takımın başına “geçmiş” transfer penceresinde sözleşme imzaladıkları bakıcı antrenör geçebilir. 

Üç de yok dört de… 

Elbette TFF'nin ligin ilk yarısını adilleştirmesi yetmez ligin ikinci yarısının da Kış penceresinin kapatılmasının ardından başlatması gerekmektedir(Şubat başı). Yoksa adalet sadece lafta kalır… 

Yukarıdaki iki şart sağlansa lig sonundaki reel dünyanın sonuçlarını eğip bükerek faraziyelere biraz kafa patlatalım: 
Belki; 
-Bülent Uygun, Buca’yı bırakabilirdi ancak transfer penceresinin başlangıcına kadar Eskişehirspor ile organik ve inorganik bağı olamazdı. Rıza Çalımbay da bu kümeye dahil olurdu. 
- Mesut Bakkal da Yılmaz Vural da İç Anadolu’ya yeni transfer penceresine kadar sadece turistik geziler düzenlerlerdi. 
-Taraftar da yönetici de oyuncu da sabırlı olmak zorunda kalırdı. 
-Hagi gelmese Fenerbahçe, Galatasaray’ı belki de yenecekti ve ligi 84 puan ile tamamlayacaktı. 
-Hikmet Karaman gelmese Trabzon, Manisa’yı yenecek ve ligi 85 puanla tamamlayacaktı. 

Aslında bundan sonrakiler yanlış söylem serisine girer mi girmez mi bilemiyorum. Çünkü bakıcı antrenörlerin aldıkları skorları dahil etmedim… 

Netice 16 maçta 6 mağlubiyet 3 beraberlik 7 galibiyet 

Kabaca 34 maça tamamlarsak, şu sonuçlarla 49-50 puan aralığında seyreden bir “modifiye ve motive” takım olur. Bu da birinci sırada yer verdiğimiz Eskişehir’den daha fazla puan alan hayali bir “gazzolu” takım olabilir…

Peşinen...
a-Abdullah Ercan'ın gelişi üzerine yazıldı...
b-Evet, resim o filmdeki en güzel sahnedir...

23 Eylül 2011 Cuma

Yanlış Söylem 8: "Hagi olmadan Terim Ligde Bir Hiç!"

Fatih Terim’e karşı olanların söylemlerinden biridir. Galatasaray’da Hagi olmasaydı Fatih Terim’in bir hiç olduğundan bahsederlerdi. Fernando Muslera’nın iki deplasman maçında “Pitbull’dan kaçan kedi ruhunun da yol açtığı hasar bu cümleleri bazılarında yeniden diriltti. Galatasaray’ın elinde sadece lig olduğu için Hagi’siz Terim’in 96-2000 arasında ligde aldığı puanlara bakalım. 

 Fatih Terim döneminde Galatasaray 29 lig maçında Hagi’den yararlanmamıştır. 

1996-97 Sezonu Hagi’nin oynamadığı maçlar Galatasaray karşı Fenerbahçe, Ankaragücü, Sarıyer ve Zeytinburnuspor. Galatasaray’ın bu maçlardaki puan tablosu 

1997-98 Sezonu Hagi’nin oynamadığı maçlar Galatasaray karşı Gençlerbirliği, Ankaragücü, Karabük ve Trabzonspor. Galatasaray’ın bu maçlardaki puan tablosu 

1998-99 Sezonu Hagi’nin oynamadığı maçlar Galatasaray karşı Adanaspor, İstanbulspor, Erzurumspor(2) ve Ankaragücü(2). Galatasaray’ın bu maçlardaki puan tablosu 

1999-00 Sezonu Hagi’nin oynamadığı maçlar Galatasaray karşı Göztepe, Erzurumspor, Gençlerbirliği, Beşiktaş, Denizlispor, Fenerbahçe, Vanspor, Gaziantepspor, Samsunspor, Adanaspor, Trabzonspor, Kocaelispor, Altay, Bursaspor(2). Galatasaray’ın bu maçlardaki puan tablosu 


Genel puan durumu

Fatih Terim'e haksızlık edilmiyor mu?

Genel puan cetvelinde 2 mağlubiyet görüyorsunuz ya…İşte onlar Galatasaraylı Fatih Terim’in takımla aldığı ilk ve son mağlubiyetlerdir. Biri meşhur 4-0’lık Fenerbahçe karşılaşması diğeri ise Altay…


Hagi'den öte bir şeyler var
Hagisizliği tartışmanın pek fayda getirmeyeceğini herkesin görmesi gerekir ve teknik adama 10 numara üzerinden laf etmek de sadece patinaj çektirir. Başka şeyleri konuşmalı. Sonuçta Fatih Terim kendi oyuncusunu kendi yaratmadıkça 4 yıllık başarısının üzerine çıkamayacak. Üst sınıf teknik adamların çoğu isimli futbolcuların yardımıyla başarılı olmanın hayallerini kuruyor. 2. kez takımın başına geçtiğinde şu andakilerden iki kademe altta yer alan oyuncuları seçmişti ve sonu kötü oldu. Bu defa elindeki oyuncuların kalitesinden kimsenin şüphesi yok ama Fatih Terim “hazır oyuncu” modeliyle nasıl başarıya ulaşabilir? Ancak ve ancak Milli Takım hocası olduğu zamanlardaki gibi her şeyi maç maç düşünecek. Kendisinin katalizör rolü olmadan forma verdiği adamlarla Avrupa'da başarı çok ama çok uzaktadır. Eğer geçmişini hatırlamak istiyorsa City deplasmanındaki Napoli’yi izlesin…Walter Gargano’yu izlesin…Kaosu izlesin… 



19 Eylül 2011 Pazartesi

Video:Liverpool'un Rezaletini Hesap Makinesiyle Saymak

Tottenham kaç kez üst üste pas yaptı üşüyerek saydım. Liverpool kusura bakma da "Winter is coming".

12 Eylül 2011 Pazartesi

Stoke City Hamamı'na Hoşgeldiniz

Bunları kaçıranlar Premier League'de topçuyum diye gezmesin. Hem Liverpool hem de Beşiktaş...Biri çekti, diğeri umarım aynı akıbete uğramaz.

11 Eylül 2011 Pazar

Fenerbahçe’de bir Cantona olsa, Ne güzeldi bu ülke





Aslında var bir Kan-tona...Ama 3 yaklaşık… Soyadı Kan-er… Adı Esat… Nam-ı diğer Fındık Esat…Küçük Esat… Fenerbahçe Cumhuriyeti’nden öğrenmiştim adını…Biraz araştırma sonucunda torunu Ayşe Uras’ın kendisi için hazırladığı belgeselle karşılaştım…”O Benim Efsanem”di hazırladığı yapımın adı…Kundaktaki Ayşe, dedesini tanıyamamanın hüznüyle devam etmiştir hayallerine… Merakını çelen siyah çantayı dayanamayıp açar ve bizlerle paylaşır bir futbolcunun hayatını...


Fenerbahçe’de 1930 ve 1940’lara damgasını vurmuş bir futbolcu…Sonrasında gazetecilik…Kadıköy bağımlısı…ve 6 Ağustos 1984…Santrhaftır…İri yarı adamların arasında hemen fark edilir…Zamanlamasının mükemmelliğinden söz ederler…Sahadaki naif duruşundan…Cem Atabeyoğlu kendisinin biraz inatçı olduğunun altını çizer…Ancak futbolda inatçılığın olmazsa olmazlığını ekler peşinden…30’ların ikinci yarısında yıldızı parlamıştır….Fenerbahçe’yi de zirvede tutarak…Futbolculuğu biter…Hem Genç Milli Takım hem de Fenerbahçe’nin gençlerini çalıştırır…Arada Eyüpspor macerası...Sonra gazeteler ve Kadıköy…

Kahraman Bapçum sesinden arkalara doğru ilerleyelim…Fazlasını isteyenler zaten araştırır bulur…



Yazıyı kapatacağız ama öncesinde bir hikayeye ışınlanalım: 1800’lerin son yıllarına girilmiştir…Adam zengindir ama mutlu değil…İyi bir şeyler yapmak ister…Falcıya danışır…Falcı küresine bakar: ”Senin bu dünyaya çok büyük kötülüğün dokunacak” der…Bizimki zaten mutsuzdur ve evine doğru ilerlerken tren yoluna gözü kayar…İçinden yaşamak geçmeyen bir yoldur kesiştiği…Tren yoluna yatar, kara kütlenin gelmesini bekler…Tam tren gelirken bir çocuğun raylarda oynadığını görür…Çocuğa ses eder ama sesini duyuramaz…Hemen yerden kalkar ve çocuğa doğru koşar…Oğlanı kurtarır…Akşamdır...Evine götürürken içindeki sıkıntıların parçalandığını hisseder…Çocuğun annesi kapıdadır ve retorik bir soru ile bitirir hikayeyi…Sen mi geldin Adolf? 

1936-37 sezonunda gol kralıdır…Fenerbahçe’ye 368 maçta 75 gol kazandırmıştır…Ama…Esat Kaner’in formda olduğu yıllarda sadece bir şeyi eksiktir… A Milli Takım forması…Hikayedeki adam, Hitler’i kurtararak Esat Kaner’in her milli maç izleyişinde kalbinin parçalanmasına da yol açmıştır…II. Dünya Savaşı her ülkede olduğu gibi A Milli Takım tarihinde de geniş bir boşluk yaratmıştır…Bu yüzden milli değildir Küçük Esat… 

Esat Kaner de yukarıdaki hikayede rol alır mıydı?...Yalçın Doğan’ın Fenerbahçe Cumhuriyeti’nden bir alıntı yapalım…Kararı siz verin… 


“ben size Fenerbahçeliliğimi anlatmak isterim. Biz delikanlılık çağlarımızda, daha çocukluğumuzda diyelim, antrenmanlarını bile kaçırmazdık. Bizim ev Fenerbahçe Stadı’na yakındı. O sıralarda stadın çevresinde tahta perde vardı. Onun üstünden atlar, stada girerdik. Yöneticiler ya da futbolcular da bizi kovalarlardı. Bir gün, hiç unutmam oradaki yöneticiler ve futbolcular bizi yine kovalamaya başladılar. Futbolculardan Esat da beni yakaladı ve bana bir tokat attı” 


Tırnak içindeki sözlerin sahibi K.Evren… 

Yani Küçük Esat senin bu dünyaya çok büyük kötülüğün dokunacak…Keşke yaklaşık olmasaydın...

6 Eylül 2011 Salı

Şampiyon Beşlerin Olası Lig On Birleri





Niang'ın transferinin resmiyet kazanması ardından Fenerbahçe kadrosu güncellenmiştir.

4 Eylül 2011 Pazar

Volkan Burnunu Frenleme

Federasyon veya kulüp web sitelerinin güncel tutulması gerektiğine inananlardanım. 2 ay önce TFF'de Galatasaray'ın başkanı Adnan Polat olarak gözüküyordu. Bugün o gönderiye bir yorum gelmiş ve Fenerbahçe.org'un İngilizce versiyonuna tıkladım. Oyuncu profillerinde yukarıda okuduğun başlığı çerçeve içine aldım.

Bunda sorun olduğunu düşünmeyin yazan insan onlarca hata yapabilir ve bir e harfi konusunda eleştirecek değilim ancak aşağıdaki resimde Maldonado'nun ne işi var. Lugano, Santos, Güiza'yı anlayayabilirim; transferleri 1 ay içinde gerçekleşti. Hatta Deivid'i bile anlarım da... Maldonado!
vitesleme değil frenleme olacaktı...düzeltme için kendime teşekkür...Fr

3 Eylül 2011 Cumartesi

Galatasaray-Liverpool Hattı "2"

20 ay önce üç adam eksikti... Şimdi ise bir Jerard kaldı...

Bu çocukta hala çok iş var...


Hindistan’ın futbolu hakkında bir şey bilmesem de stadyumlarında gayet rahatlıkla piknik yapılabileceğinin farkındayım… Kim Kardeşyan bile rahatlıkla sığabilir çünkü koltuk ihalesini verdikleri adam kanaatimce kayıplara karışmış… En azından Albion 4 beyaz koltuğunu hibe etseydi ya…Böylece farklı bir yüzyıldaki maçı izlemezdik… Maçta 1 gol oldu ama hangi adamın attığını az sonra öğreneceksin hanımef/beyef-endi… Zira golü göremedik… Biz mi kim…Arjanlar, Venezler, Hintler…Öyle böyle değil… Golü tekrarında izlemek ne fena…Hem de Messi’nin ortasına kafayı vuranı içinde bulunduğundan 6 cümle önce ve 3 cümle sonra öğrenmen çok acı…Şimdi yönetmene uygun bir sıfat bulsam…Indiana’ya göre western ya da tersten epeyce bir eastern klasiği M. Çözen…Hindistan’ın da bir çözeni varmış a hanımef/beyef-endi…Öyle ki ülkede tahrik edici bir kadın da erkek de yok sana göre…Unisex yazılar da zormuş be…Evet, oraların çözeninin gösterdiği ablalar yüzünden Venezuela’nın 70’lik kadınları bile noter kapanmadan güzellik yarışmasına başvurmaya gitmiştir…Bey amcaların yanında sen de bir çantacısın öz beyef…Öz hanımef sen de rahat ol…Hindistan’dan bir koca bull…Sana zaten dokunamaz…
Maçın hangi sıcaklıkta oynandığını ölçemedim lakin Messi’nin oyuncu değişikliği esnasında iki kez kullandığı su miktarı Afrika’da çoğu yere bir yılda yağmıyordur… Arjantin hocasının ilk maçı bu… 4-1-2-3’ü tercih etmiş…Messi’yi takımın üstüne koymayı başaracak gibi…Aslan 3’ün sağ tarafında başlasa da maç ilerleyince yer ve zamandan bağımsız olarak hareket ediyor şartlar gereği…Taç kullanmadı zannedersem bir tek… İşte bu çocukta hala çok iş var hanımef-beyef…Teknik direktör sözünü tutsa da yükünü hafifletse Messi’nin… Hani Ertem Şener’in kendine olan düşkünlüğünü bilse…Büyüme hormonlarını sabah 1 akşam 1 vurdurur da kariyerinin sonunda pivot santrfor oynar…Organik olsa yorulur, yıkılır ama fena halde sentetik bir adam… Şu takımda diyorum Batistuta olsa…Çok farklı olacak her şey…Yüzde 70’in üzerinde anlaştığı tek bir adam var o da Arjan Cumali Bişi…O da zaten yanlış anlıyor Messi’yi… 1’li ise tahmin edeceğiniz gibi çilekeş Maşerano…Abartmak gibi olmasın Brezilya’nın bir ara efsane Mauro Silva’sı vardı ya bu arkadaş da aynı seviyeye çok yaklaştı…Barcelona’da defansta, burada süpürgelik…İlerdeki Higuain’i ağbisinden dolayı mı sevmiyorum, kararsızım ama 1000 gol atsa da benim gözümde zero…Messi’nin (Xavi’nin 2009 finalinde attığı pasın daha da özeli) pasını direğe nişanladı ya…
Arjantin’in sol tarafını kevgire çevirdi desek yeridir Venezuelalı kardeşler…Onlar da bizim fourfourtucularımız vardı kabilesinden…Çizgi forvet rolünde 9 nümero…Defansın göbeğinde 2 Egemen Korkmaz… Şimdi a diyeceksin…Yazı pat diye biter…Nedeni aşağıdaki resimde…Hakemin kol işaretlerini anlayan bir spikersen odanda bir gurme efekti duymam lazım…Zira Arda’nın golü bile kuzuları kurtaramadı…

2 Eylül 2011 Cuma

Talih Kuşu Bir Halta Yaramıyormuş!

İngiltere'nin güneydoğusundan bir takım Brighton & Hove Albion F.C...

Amblemlerinde kendini rüzgara bırakmış bir martı var...

Maçlarını yeni stadyumları Falmer'da oynamaya başladılar...


Aslında stadın konumu nedeniyle Farmer olsa da fena olmazdı...

Stadyum yapılırken çalışanlar martının altına üç dışkı bırakıyor...

Sonrasında tepkiler geliyor. Dört koltuk değişiyor ve... 
Championship'te liderler...

28 Ağustos 2011 Pazar

Play-Off Üstü Erke Dönergeci ya da Zikzak Trambolin Sistemi

Play-off’u son on seneye uyguladım ve sonuçlarının Galatasaraylıları çıldırtacağına eminim. Play-off’un da erke dönergecinin de ne işe yaradığı hakkında bilgim yok ancak ikisinin de hiçbir halta yaramadığına inanıyorumve bu sistem uygulandığı andan itibaren sadece üst klasmanda bile katastrofa yol açacağından şüphem yok. Yazının devamında ise şikenin önlenmesi için yıllardır savunduğum “zikzak trambolin” sistemimi önereceğim. :) İsmini boş ver. İçeriğine bak. Millete özenip uyduralım dedik. Son 10 sene dediğime bakmayın bu sene mahkemeye taşındığı için almadım. 2000-2001 sezonundan itibaren başlatacağız ve ilk sezonu detaylandırıp geriye kalan dokuz sezonda sadece tabloları yükleyeceğim. 

 2000-2001 Normal sezondan Fenerbahçe 38, Galatasaray 36.5, Gaziantepspor 34 ve Beşiktaş 32 puanı dörtlü gruplara taşımıştır. Şimdi dörtlü grupları puanları nasıl dağıttım sorusu belirlenebilir? Aslında dört takımın sezon içinde birbirleriyle oynadığı maçların sonucunda oluşan puan tablosunu play-off aşaması gibi aldım. Bu sisteme geçildiğinde takımların motivasyonunun farklı olacağını ben de biliyorum ama şu da var ya herkes aynı seviyede motivasyonunu ve hazırlığını arttırırsa sezon içinde birbirleriyle oynadıkları maçlarda benzer skorları alsalar. Dörtlü gruplarda ise Fenerbahçe 10 puanla lider olur ve toplam puanda yine şampiyon olur. Diğer takımların da yerleri değişmez ve mutluca kerevete çıkarız.

2001-2002 Hiçbir değişim yok 

 2002-2003 Hiçbir değişim yok 

 2003-2004 Hiçbir değişim yok.

 2004-2005 Trabzonspor Şampiyonlar Ligi’nden oluyor. Galatasaray play-off meyvesini afiyetle midesine indiriyor. 

 2005-2006 O mideye Fenerbahçe eli değiyor ve şampiyonluğu söküyor. 

 2006-2007 Trabzonspor hiçbir yere gidemezken bu sene olduğu gibi Şampiyonlar Ligi bileti kazanıyor. Beşiktaş ise rütbe düşüyor. 

 2007-2008 Galatasaray son şampiyonluğunu hala Lucescu ile almış oluyor. Fenerbahçe Galatasaray’ı play-off esnasında alt ediyor. 

 2008-2009 Beşiktaş da son şampiyonluğunu Lucescu ile almış oluyor. Fenerbahçe dipten gelip şampiyon oluyor. Muhtemelen Bülent Uygun 3 - 5 - 7 - 10 sayı örüntüsünde kalıyor. 

 2009-2010 Bursaspor manidar bir şekilde 1.5 puan fark atıyor. Değişen bir şey yok…. Şimdi üzülen Fenerbahçeliler bu sistem ile 3 ekstra şampiyonluk kazanıyor. 4. yıldızı takıyorlar. Mircea Lucescu hala Avrupa yakasında yerel bir kahraman olarak anılıyor…. 

 Gelelim “Zikzak Trambolin” sistemine. Aşağıdaki resmi beyninize oturtun



 Şimdi 2008-2009 sezonunu ele alacağız. İkinci sütunda kulüplere aktarılan paraların olduğunu varsayalım.


 Buna göre Denizlispor küme düşmek isterse 6 milyon daha fazla para kazanacak. Küme düşmek istemez! ise daha iyi oynayacak böylelikle en azından Ankaragücü’nün yerine gelir ve de 1 milyon fazladan kazanır. Tabloya baktığınızda gözünüze ilk çarpan şey ise 6, 7, 8, ve 9. sıradaki takımların gelirlerinin düşük olmasıdır. Mesela son 4 haftaya girilirken motivasyon kaybı nedeniyle dengesiz skorların 6,7, 8, 9 no’lu takımların maçlarında alındığı gizli saklı değil bu yüzden (örnek veriyorum suçlama yok) Kayserispor ligi 7. değil de 5. bitirirse kasasına 8 milyon fazladan para gelebilir. Ya da daha fazla para kazanmak isterse altlara doğru gelebilir ve ligde kalma heyecanı yaşatır taraftarına. Bu sistemde bir basamak başarılı olmak değil iki basamak başarılı olmak esas ya da her türlü riski alıp biye-biye dedirtebilirsin. İsmine takılmayın. Yazı başlıklarında uç noktalar denediğim gizli değil bu da onlardan biri. Play-off mu içine siner zikzak trambolin mi? Karar senin… 

Önce dalga geçin doyasıya :) sonra bu ne diyor diye bir düşünün sonra da hata bulursanız yorum kısmına gönderin.


Related Posts with Thumbnails