31 Ağustos 2010 Salı

Fernando Torrez Beşiktaş'ta


Hey gidi günler

Yin and Yang Boys ya da Avrupa Kupalarında Yenilmeden Şampiyonluk İhtimali



Kupa 1’den Avrupa Ligi’ne aktarılan 8 takıma rağmen oranın en düşük kaldığı organizasyonun Avrupa Ligi (UEFA Kupası) olması bu organizasyonun “denk güçlerin mücadelesi” (en sonunda bu ifadeyi kullanabildim!) şeklinde geçmesi olarak yorumlanabilir ama pek öyle değil.  Bu aktarım artık mağlubiyet bazında olmasa bile kupa kazanımı açısından dengeleri bozmuştur.

Kupa Galipleri Kupası her 3.25 sezonda bir namağlup çıkartıyordu. Şaşırdığım sonuç ise Kupa 1’de UEFA Kupası’ndan daha sık namağlup şampiyona rastlamamdı. Kupa 1’de her 4.23 sezonda bir yenilmez belirirken Avrupa Ligi (UEFA Kupası)'nde her 5.57 sezonda bir namağlup şampiyon görüyoruz.

OLASILIKLAR
Şampiyonlar Ligi’ne grup aşamasında giren bir takımın mağlup olmadan şampiyonluğu kazanma olasılığı milyonda 5138, Avrupa Ligi’ne gruptan başlayan bir takımınsa mağlubiyetsiz şampiyonluk kazanma olasılığı milyonda 2283, Şampiyonlar Ligi’ni 3. bitiren takımların Avrupa Ligi’nde yenilmeden şampiyonluğa ulaşma olasılığı milyonda 26012, Avrupa Ligi 1. (ön) elemeden gelip şampiyonluğa kayıpsız ulaşmak ise milyonda 89 (sayısal lotonun milyonda 0.07 olduğunu belirtelim) gibi bir olasılığa sahip. 23 maçın hepsini kazanmak ihtimali ise trilyonda 10 …
.
Kupa 1’den Avrupa Ligi’ne aktarılan 8 takıma rağmen oranın en düşük kaldığı organizasyonun Avrupa Ligi (UEFA Kupası) olması bu organizasyonun “denk güçlerin mücadelesi” (en sonunda bu ifadeyi kullanabildim!) şeklinde geçmesi olarak yorumlanabilir ama pek öyle değil.  Bu aktarım artık mağlubiyet bazında olmasa bile kupa kazanımı açısından dengeleri bozmuştur. Bakınız...
Doğal olarak yukarıdakilerin hepsi matematik işi ve biz bunu biraz hayatlaştıralım…
Şimdi size soruyorum Avrupa Ligi’nin en alt kademesinden yani 1.  (ön) eleme turundan gelen bir takım en fazla kaç kez mağlup olarak Avrupa’nın ikinci büyük kupasını alabilir?
Her şey denk geldiği takdirde bir takım tam 11 kez mağlup olsa bile bu kupayı alabilir. Takımımızın ismi MÇM (Hollanda takımları gibi olsa da aslı Muzaffer, Çağrı ve Mustafa). MÇM gruplara kalmadan önce 4 tur oynamak zorunda evindeki bütün maçları 3-0 kazanırken deplasmanda 3-1 kaybederek gruplara kalıyor. Q grubuna düşerler, bütün takımlar evlerindeki maçlarda üçer gol atarak galip geliyorlar ve herkesin 9 puanı oluyor MÇM dışarıda mağlup olduğu maçlarda yine birer gol atıyor ve 3 mağlubiyetle gruptan çıkıyor. Sonrasında yine (ön) eleme turuna benzer sonuç oynayarak sırasıyla son 32, son 16, çeyrek final, yarı final maçlarını geçiyor(3-0, 1-3)…
Toplayın ne yapar!  11 mağlubiyet…
Zaten bu kadar belayla gelmiş gerçek Yin and Yang Boys’u kimse engelleyemez…
Biz birinci paragrafta olasılıklardan bahsettik ya örneklem olarak “Avrupa Ligi 1. elemeden gelip şampiyonluğa kayıpsız ulaşmak ise milyonda 89”’u alacağız. Bunun kağıt üzerinde kaldığını söyleyebiliriz. Aslıysa iki olasılık arasında sonsuz bir sayı kümesinde yer almaktadır. Yani milyonda 89 ile trilyonda 10 arasında herhangi bir değer… Sayısal lotodan bile düşük olabilir ihtimal…Hayat bu arada kalan bir şeydir…



Yenilmez liginde ilk 3 takım
1-Milan
2-Ajax
3-Manchester United

Yenilmez liginde ilk 3 ülke
1-İngiltere
2-İtalya
3-Hollanda



Tam 55 kupa sahibini bulmuştur. Yenilmeden kazanılan kupa sayısı 13. %23.63’lük bir başarı sağlanmış böylece her 4.08 sezonda bir tane namağlup şampiyona denk geliyoruz.


Tam 39 kupa sahibini bulmuştur. Yenilmeden kazanılan kupa sayısı 7. %17.94’lük bir başarı sağlanmış böylece her 5.28 sezonda bir tane namağlup şampiyona denk geliyoruz.

Tam 39 kupa sahibini bulmuştur. Yenilmeden kazanılan kupa sayısı 7. %17.94’lük bir başarı sağlanmış böylece her 5.28 sezonda bir tane namağlup şampiyona denk geliyoruz.






Reçep Çetin'in Arda Turan'a Kaymasını İstiyorum


Video=Hadi be Lig TV

Liver Pala

Geçen sene, Galatasaray - Liverpool hattına bakmıştık. 2 kaldı!...

Total Futbol'dan


Jonas Olsson maç(lar)ı izlemeden bayrak kaldıran hakemle konuşuyor!

Yanlış Söylem 4:”Şampiyonlar Ligi’nde grupta 3. olan takım genelde Avrupa Ligi şampiyonu oluyor”


Isınamadığım kuralların başında geliyor. Direkt ifadeyle “Kuma” getirmekten farksız bir durumdur. Her ne kadar Galatasaray ve Arsenal bu uygulamanın nimetlerinden faydalanıp ülkemize iki kupanın yolu açılsa da içimdeki haksızlık vesvesesini azaltmaya yetmiyor. Başlık özelinde ise kendimle çelişiyor gözükmekteyim ve iç paradoksumuz belki de son üç yıldaki ivmenin artıya dönmesinden kaynaklanıyor ama dedik ya on bir yıllık bir geriye bakış kendimi de dâhil ettiğim gruba “bir dakika kardeşim” diyebiliyor. 1999–00 sezonunda başlatılan uygulamanın 11 finalinde 22 takımı izlemişiz. Tam 22 finalistin 9 tanesini(%41) bu uygulamadan faydalanan takımlar oluşturmaktadır. Bu takımlardan dördü de kupayı müzesine götürmüş. Kabaca yüzde kırkın altında bir başarı oranı. 
Son üç yıllık ivmelenmeyi çıkarıp durumun ne halde olduğuna bakarsak. 16 takımın 5(%32) tanesinin Şampiyonlar Ligi’nde gruplardan elenerek alt turnuvaya geldiğini görüyoruz. 5 finalistten de sadece Galatasaray ve CSKA Moskova şampiyon olabilmiştir. Yani başarı oranı tam olarak 2/8  yüzde yirmi beş. Son üç seneyi de eklediğimizde finalist olma oranı yüzde 25 artmıştır(yüzde 32’den yüzde 41’e); şampiyonluk yüzdesindeki artış ise %44'tür(yüzde 25'den yüzde 36). 
İşe herhangi bir finalistlik açısından baktığımızda 11 finalin yedi tanesinde en az bir Şampiyonlar Ligi patentli takım finalist olmaktadır. İlk sekiz sezonda (2000 ila 2007 finalleri) dört finalistlik sağlanmıştır ama son 3 tanesinde bu oran yüzde yüzdür yani her üç sezonda da en az bir ŞL patentli takımı finalist olarak görmekteyiz. Bu denli artışı görmemek olası değil.
Velhasıl kelam UEFA, Avrupa Ligi’ni gerçekten benimsiyorsa ya Şampiyonlar Ligi kadar bütçe ayırmalı bu kupaya ki üçüncülükten gelen takımlarla Avrupa Ligi’ndekilerin mücadele güçleri eşitlensin ya da artık Şampiyonlar Ligi’nden üçüncüler aktarılmamalıdır. Evet, veriler beni yalanlıyor ve UEFA’nın argümanı sağlam kalabiliyor ama beş turnuva sonrası Şampiyonlar Ligi’nin burada da hüküm sürmeyeceğini kim iddia edebilir; kim figüran olmak ister...

Resim: devian art...

NtvSpor.net - "Kibirli" mi "Küstah" mı?



Aslında bu soru herkese. Sırpça bilmiyorum ve NtvSpor.net'te Misimoviç tanıtımındaki şu üç sıfatın en sonuncusu bir hayli dikkat çekici. Zira "küstah" kullanılmıştır. Belki bu adresten çevirmişlerdir. 
"Arrogant" ifadesi geçmektedir orada. Kelimenin birinci anlamı "kibirli, gururlu" dur. Küstah olarak da kullanılsa da kibirli olarak kullanımı fersah fersah üzerindedir küstahın. Şimdi tüm iyi niyetimle soruyorum. NtvSpor.net'in kullandığı gibi küstah mı yoksa benim aklıma yatan şekliyle kibirli mi?
Çünkü ikisi de birbirine pek de yakın sıfatlar değil...

Bilgilendiren olursa sevinirim.

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Marko Jovanovic ve Oynadığı Pozisyon


Budur efendim yetenekli defans adamı Marko'nun pozisyonu. Diğer Jovanovic, Branislav ise oyuna genelde 70. dakikadan sonra giren bir yedek ve Galatasaray'ın elindekilerden çok kötü bir orta saha elemanıdır.

Bu gol sevincini hiç beğenmedim....


Video:Niang ilk golünü atıyor ve Alex ile el sıkışacak. Sağ elini kaldırmış ama karşıdan sağ el kalkmıyor; neredeyse havada kalacak el kerhen sol avcuna dokunuyor, birbirlerinin suratlarına bakmıyorlar bile. Yeterince tanışmadıklarını düşünsem bile içime sinmedi...

28 Ağustos 2010 Cumartesi

Galatasaray'ın Olası Transferi Üzerine Kısa Bir İnceleme


 Doğmamış çocuğa don biçiyoruz: Senijad İbriçiç, yirmi beşine bir ay varken Galatasaray’ın herhangi kapısından içeri girdi. Florya’nın kaç kapısı olduğunu bilmediğimden ayrılışındaki yaşını kestiremiyorum. Zaten ülkede bir takımı tamamlayıp da futbolu sonlandıran adam sayısı parmakla ölçülürken, bu ayrılığın sadece zamanını bilemeyiz. Ayrılık kelimesinin yazının başında yüreğinize taş gibi oturduğunuzu biliyorum ama taraftarların olası göz yaşlarına hazırlıklı olması lazım demek istesem de …

İbriçiç transferi eğer Rijkaard’ın onayından geçtiyse, artık 4-2-3-1 formasyonunda izleyeceğiz Galatasaray’ı. Üçlünün ortasında, Baros’un hemen arkasında yer alacak…Bosna-Hersek mili takımında ise o bölgede daha etkin elemanlar oynadığından, bizimle oynadıkları maçta orta sahanın sağındaydı. Özellikle Bosna’daki maçta oyununu sorgulayabiliriz. Son zamanlarda koşu, rakibe baskı vs. tanımlamalarında Alex’in üzerindeki kara bulutların birazını üzerine çekebilecek oyunculardan birisi midir İbriçiç? Pek ihtimal vermiyorum bu duruma ama savunmasından veya sahanın herhangi bölgesindeki arkadaşından top alıp yüzünü rakip kaleye dönebilecek bir yapıda olmadığından ileride kalması biraz baskın takımlarla oynandığında makul olanıdır. Yani her 10 numara gibi kendi markajcısının veya rakip savunma anlayışının performansı ayarlamaktadır İbriçiç’in ivmesini. Lig maçında alt sıralardaki takıma bela üstüne bela açarken, yegâne rakip Dinamo’nun duvarına toslayabiliyor. Tek kişilik bir baskıda dahi topu ayağında tutması çok kolay değil. Bir Iliç faydasında olmayabilir. Korkum o ki yeni bir Matias Delgado (Delgado kötü müydü? Hayır) kazandı ligimiz. İlk on birde oynarsa faydalı olabileceği tek yer forvet arkası... Zaten asıl mevkisi de odur, macera aramamak gerekir. Senijad’ın öne çıkan özelliği şutları. Topun seyir halinde olup olmaması önemli değil. Çoğu oyuncunun cesaret edemeyeceği yerden kaleciyi yokluyor. Ceza sahası içinde en azından doğru yerlere koşu yapıyor ki yüzde doksan penaltı noktası üzerinde yalnız kalabiliyor. Hajduk'un ikinci kaptanı lazım mıydı? Kocaman bir hayır…Umarım yalancı çıkarım…Son olarak Hırvatistan pazarının kazık olduğunu herkes biliyor, Galatasaray yönetimi pazarlığı iyi yapmalıdır...

Annan’ı ise tanıtmaya gerek yok. Gana’nın 4-1-4-1’inde Boateng’den gerekli yardımı görememesine karşın harika bir turnuva çıkardı. Gana’nın gizli kahramanlarından. Bir tek cümle alem şu adamın soyadını yanlış söylüyor. Annan değildir, “enın”dır doğrusu.(n’yi 1.5 gibi okuyun- ennın olarak değil-) 


Fenerbahçe Dansöz Oynatıyordu...

Türkiye'nin en önemli sitelerinden biri giriş sayfasına bu rezaleti koyabiliyor.  Blog ise 42 yıl öncesine dönüyor. Fenerbahçeliler Ajax'a yenildikleri maçın ardından Hollanda'da bir Türk restoranında eğlenirler. Şimdi olsa seyirci var mı derler mi?.



26 Ağustos 2010 Perşembe

Şampiyonlar Ligi Play-Off Maçları "Çarşamba Gecesi Golleri"




Video:Geniş bir Tottenham-Youg Boys özetinin ardından Adrian Chiles, Gareth Southgate ve Andy Townsend'in yorumlarıyla play-off turunun geri kalan golleri...

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Süleyman Seba "Çıplak..."

Taraftarlık zorlaşmaya başlıyor artık. Moda öyle bir şey tek hareketiyle ters yüz ediyor hayatın elbisesini. Bugün ak olan yarına kara çok sonraları yine ak ve sonsuz döngü…

Kırmızı formadır konumuz. Geçtiğimiz Salı oynanan HJK maçında kalecimiz Cenk Gönen’in üzerinde kıpkırmızı kaleci “kazağını” görürüz. Çoğu Beşiktaşlı da bunun aslında diğer 10 adamın üzerinde olması gerektiğini dillendirir. Beşiktaş formalarının iki yıl öncesine nazaran daha şık olduğuna inansam da hala istenen tasarımlara ulaşılamadı. Renk konusunda ise kırmızı fazlaca geri planda kaldı. Belki de ülkedeki takımların denenmemiş tüm renkleri formalarına aktarmalarından ötürü hatırı sayılı bir talep oluştu kırmızı formaya…
Başta dedik ya taraftarlık zor…20 yıl evvel aynı tutumu takınmamıştır Beşiktaşlılar…1990’da Beşiktaş’ın kırmızı formaya hasreti bir sürprizle sonlanacaktır. Adidas, Beşiktaş’ın Avrupa Kupası’nda Malmö maçı öncesinde aşağıdaki “allı” formayı hazırlar…

Rıza Çalımbay, Ali Gültiken, Metin Tekin ve Feyyaz Uçar formanın prömiyerinde kelimenin tam anlamıyla konu mankenidir. Rıza Çalımbay’daki memnuniyetsizlik al renkten midir yoksa çekim için harcanan zamanda altmış iki adet muz orta kesememesinden midir bilinmez lakin Kibar Feyzo papyonu kondurmuştur suratına. Zaten Rıza Çalımbay’dan Feyyaz Uçar’a doğru dişlerin görülme alanının arttığını hepiniz fark etmişsinizdir.
Milliyet gazetesi her ne kadar kırmızı formanın 1913 yılından beri giyilmediğini belirtse de yaklaşık 40 yıl öncesinden tekzip misali bir haber okuruz. Ellilerin başında Lille ile karşılan Beşiktaş’ın formasının düz kırmızı olduğu not düşülmüştür…
Formaların halkla tanışmasından sonra homurdanmalar başlamıştır ve Bedri koraman’ın ertesi günkü başlığı “Kırmızı Kartallar değil Kara Kartallar”dır….

Dün, Milliyet’te Beşiktaş’ın kırmızı formasını gördüm. Hem de adı konulmuş. “Kırmızı Kartallar”
Efendim, Balkan yenilgisine kadar renklerimiz buymuş da, yas için Siyah-Beyaz olmuşuz…
Bugün ne olmuş, Balkanlar’ı geri mi almışız. Baylar, yönetici baylar, bugün Türkiye'nin 7'den 70'e milyonlarca Beşiktaşlı "Kara Kartallar "dır...
Beşiktaş'ın renkleri, dünyanın bütün renklerinin anası babası, Siyah-Beyaz'dır.
Yemyeşil çimler üzerinde bembeyaz formalar ne güzel durur. En küçük cüsseli Beşiktaşlı futbolcu bile devleşir adeta.
Yapmayın, etmeyin, bir yerlere kırmızı bir çizgi mi çekersiniz, nokta mı atarsınız ne yaparsınız bilemem ama şu yeni getirdiğiniz kırmızısı bu kadar bol formalarla çimene çıkarmayın Kara Kartallar’ı.
Bugün bilhassa gece maçlarında sahada büyümek, birbirini iyi görmek, TV'de iyi görüntü vermek için forma renkleri başka başka olan takımlar bile, renklerini ince çizgilerle belirleyip, bütünüyle bembeyaz formalar giyerek, yeşil çimenlere kocaman ak zambaklar gibi yayılır-ken, göğsünde bomba patlamış Balkan şehitleri gibi çıkarmayın çocuklarımızı sahaya.
Beşiktaş'ın renkleri Siyah-Beyaz'dır, hele hâkim rengi anamızın ak sütü gibi beyazdır. Bütün renklerin anası beyaz.
Bir de psikolojik nedenlerine inelim isterseniz.
Futbolcunun birbirini hareket içinde görebilmesi, deplase olan arkadaşlarını fark edebilmesi çok önemlidir. Beyaz renge adeta şartlanmış olan beyinlerin, yeni renklere uyumu o kadar kolay mı olur? Saniyenin kaçta kaçı oranında düşünüp, yahu dur benim renklerin neydi diye karar mı verecek çocuklar?
Artık bir içgüdü haline gelmiş olan beyazı aramak, beyaza pas vermek refleksini çocukların adalelerinden nasıl söküp atacaksınız?
Kırmızı görüp saldırmış, kırmızıdan hep kaçmış adalelere nasıl ters komut vereceksiniz?
Yapmayın beyler, yapmayın. Ak-pak formalarımızı salça reklamına çevirmeyin.
...Ben Fenerbahçeli dostlarıma yarı şaka yarı ciddi hep şöyle diyorum: "Bak kardeşim, Fenerli futbolcuların pasları neden yerini bulmuyor, neden hep eski başarıyı göstermiyorlar biliyor musunuz? Eskiden sahalar çimsizdi. Zemin kara-kahverengiydi. Sarı ve lacivert çizgiler fark edilirdi. Şimdi sahalar yemyeşil. Fenerbahçe'nin formasındaki sarı ve lacivert çizgiler hareket içinde kaynaşıp, yeşil oluyor... Çocuklar birbirlerini fark edemiyorlar.”
Hem seyircinin, hem futbolcunun sahada renklerini net olarak görmesi gerek. Bir de TV'de hele alet biraz ayarsızsa kırmızı renk bile bela! Bunu bilmeyen kaldı mı?..
Gelin kardeşler etmeyin, eylemeyin şu Beşiktaşımız’ın renklerini dünyanın en zıt iki renginin bir araya getirdiği muhteşem renk dansını bozmayın.
Bütçem kaldırmasa da, ettiğiniz masrafları borç harç kapatırım, verin o yeni formaları bana çöpe atayım.


Bu tartışmalar üzerine Süleyman Seba’dan belki de hiç duyamayacağınız bir söz öne çıkartılır. “Çıplak mı oynayalım?” ve sebeplerini sıralar büyük başkan: “İstanbul’daki maçta Malmö beyaz forma giyerse , biz değişik bir forma giymek zorundayız. UEFA bunu emrediyor, kötü mü yaptık. Sahaya çıplak mı çıksaydık?. Biz durup dururken bu formayı yaptırmadık. UEFA’nın kuralları gereği yaptırılmıştır. Bilindiği gibi Avrupa Kupaları’nda mücadele eden tüm takımlar için üçüncü bir renk şartı getiriliyor. Bunun üzerine düşündük, taşındık ve tarihimizde de yeri olan kırmızı rengi UEFA’ya bildirdik” der ama Recep Çetin’i bir an için çırılçıplak düşleyen Malmölüler kararlarını klasik renkleri açık-mavide kılar…Beşiktaş da beyaz forma siyah şortla büyük bir faciayı önlerken daha büyüğüne yol açmıştır maçın sonucunda elenerek ve uzun süre kırmızı forma ortaya çıkmaz…

Bunları derleyen gencin fikriyse eli vermemek gerektiğidir zira sonucunda siyah-beyaz kol bile aranabilir…

Rijkaard Röportaj - "arşivden"



Bazen eski gönderileri yinelemek lazım. Futbola dair Rijkaard'ın bakış açısını hala bilmeyen varsa satır aralarından çıkarımlarda bulunabilirsiniz.


Frank Rijkaard muazzam bir oyuncuydu. Rolce-Royce edasıyla kendi tarzı ve inceliğinde seyir halindeydi. Kayda değer başarılarını sıralarsak buna öncelikle 13 yıllık süre zarfında 73 kez ulusal formayı giymesiyle başlayabiliriz. Bu onur sırasında bir Avrupa Şampiyonası kazandıklarını hatırlatalım. Kulüp kariyeri ise daha şaşaalı durmaktadır. Ajax, Zaragoza ve Milan’da top koşturdu. Kazandığı kupalar ise birkaç oyuncunun toplamından bile fazla gözüküyor. 3 kez Kupa 1, 2 kez Avrupa Süper Kupası, 1 kez Kupa Galipleri Kupası, 2 kez Toyota kupası (90’da maçın adamı seçilmiştir), beş defa Hollanda şampiyonluğu, üç defa Hollanda kupası şampiyonluğu, bir defa Hollanda süper kupası şampiyonluğu, bir defa İtalya ligi şampiyonluğu ve iki defa İtalya süper kupası sevinci yaşamıştır. Bin dokuz yüz doksan sekiz iki bin yılları arasında Hollanda milli takımını, Guus Hiddink’in yardımcılığını üstlenmesinin devamında, çalıştırmaya başlamıştır. Devamında Sparta Rotedam’ı küme düşürmüştür ve Barcelona ile dipten zirveye yükselişini zaten herkes biliyor.

Takımın oyun tarzını nasıl tanımlarsın?

Bence oyunun sonucunu aklımızdan çıkarmadan göze hoş gelen bir futbol tarzı olarak yorumlanabilir. Bunlar kulübün felsefesiyle de doğru orantılıdır. Barcelona taraftarı böyle bir oyun istemektedir ve de buna dayanarak kulüpte yetenekli oyuncuları bünyesine katıyor. Biz de iyi futbol ile skor avantajını aynı potada eritmeye çalışıyoruz.

Hoca Frank, oyuncu Rijkaard ile oyuna dair aynı şeyleri mi düşünüyor şimdilerde?

Hayır. Oyuna dair bakışınız zamanla değişip, gelişiyor. Oyuncuyken topun sizdeki anlarıyla ilgileniyorsunuz. Takım arkadaşlarınızı izleyip olasılıkları hesap etmeye çalışıyorsunuz. Hocayken ise takım sahaya nasıl yayılıyor buna bakıyorsunuz, biraz kötümser bir düşünce tarzı olacak ama söylemeliyim ki topun kontrolü sizdeyken bile kaptırdığınızda neler olabileceğini sezinlemeye çalışıyorsunuz. İşin özünde bütüncül bir bakış açısına sahip oluyorsunuz. Oynadığınızda sahada akıl almaz işler yapabilecek oyuncularınız bulunmaktadır, neler yapabileceklerini hayal edemezsiniz. Eğer kendiniz oynuyorsanız, sahada yapacaklarınıza önceden hazırlıklısınızdır ve sonrasında neler yaptığınız hatırlamazsınız. Ama hoca olarak genel şeylerle ilgilenmeliyiz. Organize miydik? Oyunun üç mevkisini oynayan oyuncularımız arasındaki mesafe yeterince kısa mıydı? Sahada boşluk bıraktık mı? Vs. yani daha çok sistem kontrolörü olmak diye tanımlayabiliriz. Ama en önemli husus yoktan var eden oyuncuların oyunu değiştirmesidir ve futbolda bundan daha güzel bir olay bulunmuyor.

Birlikte çalıştığınız hocalardan hangilerinden etkilendiniz?

Büyük insanlarla çalışmak büyük bir ayrıcalıktır. Eğer onlarla kişisel münasebette bulunup çalışma şekillerini kavramaya başlarsanız, birçok şey öğrenebilirsiniz. Tabii ki geçmişten bu yana çok toz yutuyorsunuz ve etkilenmeler hala aklınızda kalabiliyor. Mevcut anda geçmişte yaşanan bir olaya benzer bir durumla karşılaştığınızda o anıları geri çağırıp daha etkin bir karar verebiliyorsunuz. Ama hala inandığım bir şey var ki hiçbir hocanın çalışma şeklini, düşünme şeklini kendinize bire bir alamazsınız. Büyük hocalar tarafından verilmiş evveli kararlar günümüze uymayabiliyor. Sonuçta Cruyff, Capello , Sacchi ve Michels sürekli oyuna dair kafa patlatan adamlardı, takımlarını yönetme becerileri üst seviyedeydi ve onlardan yeterince sebeplendim.

Ulusal takım antrenörlüğüyle kulüp takımı hocalığı arasında ne gibi ilintiler var?

Ulusal takım antrenörüyken elinize geçen her fırsatta oyuncularınızla toplanma gerekliliğini çok iyi anladım. Kulüp antrenörüyken ise ulusal takım müsabakaları hiç uygun olmayan zamanlara denk düşebiliyor ama kurallar gereği yapacak bir şeyimiz yok. Ben ise diğer antrenörlere nazaran ulusal oyuncu seçimlerine daha anlayışla bakabiliyorum. Birçok oyuncumuz milli takım kampındayken çalışmalarımız ister istemez aksıyor ama mağdur durumdaki tek hoca ben değilim. Takımlar bununla yaşamaya alışmak zorundalar. Misal Güney Amerikalı futbolcular zaman farkı ve uzun yolculuklardan sonra bitap düşmüş olabiliyor. Bazı oyuncuları tekrardan hazırlamak zaman alabiliyor. Sakatlıklardan çekinmiyorum, bu her an olabilir. Beni ilgilendiren şey uzun yolculuklar ve kendini yeniden bulma sürecidir.

Oyunculuğunuzdan bu yana futbol nasıl bir değişim gösterdi?

Bunu pergelin iki ucunun kapanması olarak özetleyebiliriz. Takımlar arasındaki farklar çok azaldı. Geçmişe nazaran daha hızlı düşünüp doğru tepkileri vermeniz gerekiyor çünkü size sunulan sınırlı alanda daha çok şey olup bitmeye başladı. Temel yetenekler pek değişim göstermedi. Medyanın ilgisi giderek büyüyor. Bugün Avrupa’nın herhangi bir yerinde herhangi bir ligi izleyebilirsiniz bu da zirvedeki oyuncular üzerindeki baskının artması anlamına geliyor. Hep mercek altındalar.

Günümüzde üst düzey kulüplerin karşılaştıkları sıkıntılar nelerdir?

Eğer Barcelona veya benzeri bir kulübü çalıştırırken şampiyonluklar geliyorsa hiçbir probleminiz yoktur. Kendinizi futbolda deneyimleyebileceğiniz güzelliklere yöneltmelisiniz. Geçtiğimiz yıl, İspanya lig şampiyonluğuna uzanarak bu güzel anları hep birlikte yaşadık. Başarıda pay sahibi olmak için çalışıyoruz. Doğal olarak sonuç ve iyi futbol yaratmak zorundasınız ki bu da problem olarak algılanmamalıdır. Kadronun şişkin olmasından şikayet etmem çünkü rakiplerim de aynı şartlarda mücadele etmektedir. Hoca olmak ayrıcalıktır ve başarıyla da perçinlenince insanları etkilemeniz daha kolaylaşıyor. Tüm bunların kafamı kurcalamasına izin vermeyerek sadece amaç doğrultusunda çalışmaya bakıyorum. Temel hedefimiz seyircileri mest etmektir. İyi bir takım ruhuyla her şey soyunma odasında başlar. Zor kararlar vermek, kadro kurmakla yükümlüsünüz ve bu işe soyunduysanız şikayet etmemelisiniz.

Hoca olarak sahadaki milyonerleri nasıl motive ediyorsunuz?

Ben kişisel motivasyona inanan biriyim. Bir oyuncunun yardıma ihtiyacı olduğunda işin içine girme taraftarıyım. Takımı sürekli gözlemlemek de işimizin parçalarından biridir. Bu işlerle ekibimle birlikte ilgilendiğimizi belirtmekte fayda var. Her gün oyuncuların davranışlarını tartışıyoruz ve eğer bir hatada bulunmuşsa o oyuncuyla bire bir ilgileniyoruz. Bazen bu kişiyi hayal kırıklığına uğratabiliyorsunuz. Belki de onu düzeltmeniz gerekiyor; bunu kabullenmesi veya kabullenmemesi kendine bağlıdır. Sorunlarla ilgili yazılmış bir kitap yoktur. Gözlerinizi dört açıp etrafı izlemekle yükümlüsünüz ve çevrenizde de iyi insanlar olduğunda problemleri tespit edip çözümlemeniz kolaylaşır. Motivasyon yüklü konuşmalar eğer takımınız kalite yönünden yetersizse size artı olarak dönebilir ama üst düzey oyuncularla bu tarzı denediğinizde krediniz azalmaya başlar. Bazen başka şekillerde motive etmeniz gerekebilir ki genelde küçük şeylerdir. Bizim gibi yetenekli oyunculara sahipseniz motivasyon sözcükleri hiçbir işe yaramaz. Daha çok oynamayan oyuncularla ilgilendiğimi belirtmeliyim dediğim gibi soyunma odası önemlidir. Herkesin kişiliğine göre davranmaya çalışmak başarıya giden önemli bir anahtardır. Tabii ki siz ve ekibiniz ne kadar iyi olursa olsun bu durumda takımın da size yardım etmesi gerekir.

Sizce üst düzey futbol savunmacı bir kimlik mi kazandı?

Profesyonel futbolda sonuç artık çok önemli ve puanları toplamak için her takım kendi iradesiyle sistemini seçebilir. Saygı duymama rağmen 2004 yılında Yunanistan’ın oynadığı şey futbol açısından hiç de iyi zamanlar değildi. Savunmacı bir kimlikle 2004 Avrupa Şampiyonu oldular. Hücuma yönelme birçok riski de beraberinde getiriyor. Bu yönde iyi oyunculara sahip olmanız gerekmektedir ve bunların da oyun zekası üst düzeyde olmalıdır. Günümüzde birçok hoca savunma kimliğine bürünmüş takımlar sunuyor bize ama kimin için oynadıklarının farkında değiller. Futbol insanların görmek için can attığı bir olgu olmalıdır. Belki de defansif oyundaki tek artı hücum ağırlıklı yetenekli oyuncuların savunma hallerini görmektir. Biraz daha hücum hepimiz için iyi olacaktır.

Hollanda hanedanlığının Barselona’daki bir temsilcisiniz, bu etkileşimi başarılı kılan nedir?

Her şeyin başlangıcı Rinus Michels’dir. Sonrasında Cruyff, Van Gaal ve başkaları Barselona’ya ayak basmıştır. Hepsinin de etkileri muazzamdır. Bu başarıların peşi sıra gelmesiyle Barselona’nın tercihini yeni Hollandalılar’dan yana kullanmasını anlamakta zorlanamayız. Michels ve Kruyff’un önderlik yaptığı bu kulüpte çalışmaktan çok memnunum. Hollanda gibi pozitif futbola pirim vermeleri de çalışmamızdaki en büyük etkenlerden biridir.

Kendi takımından başka takip ettiğin takımlar var mı?

Geçen yıl, Lyon’un oyunu beğeniyordum. Kendilerinden güçlü takımlara karşı etkileyici bir oyun sergilediler. Çok yetenekli oyunculara sahipler. Chelsea de lig şampiyonluğuna uzanırken etkindi. Stamford Bridge’deki karşılaşmamız büyük bir gösteriydi.

Barselona’daki öz kaynak düzeni ne kadar önemli?

Çok, çok, çok önemli çünkü buradaki Katalan kökenli oyunculara çok takdir gösteriyorlar. Kulübün kültürü olarak genç oyuncu yetiştirmek zorundasınız. Takıma defansif bölgeden veya orta sahadan adapte edilmeleri daha kolay oluyor. Barcelona büyük bir takım ve sürekli büyük oyuncular oluyor ve genelde de hücuma yönelik oyuncular oluyor bunlar; eğer genç bir forvetseniz oynamanız zor olabilir. Dediğim gibi gençlere sürekli önem vermek zorundayız.

Antrenman sırasında üzerinde durduğunuz şey nedir?

Daha çok rakip sahada oynadığımız için dar alanda kısa paslaşmalar ve top kontrolü üzerinde duruyoruz. Ve rakip sahada baskı ve baskı anındaki yerleşmeler üzerinde epeyce çalışıyoruz.

Yıldız bir oyuncu olmanın hocalığa aktarımlarındaki avantaj ve dezavantajlar nelerdir?

Zamanında özel bir oyuncuysanız büyük kulüpler size daha olumlu bakıyor. Bazı teknik adamlar sizden daha tecrübeli olsa bile büyük kulüplerin kapısından içeri giremiyorlar. Eğer belirgin bir futbol kariyerine sahipseniz, futbolu bırakınca bu size en büyük avantaj oluyor. Futbolun yasası gereği çalışmaya başladığınızda ise her şey duruyor ve diğer teknik adamlarla eşitleniyorsunuz. Büyük bir oyuncu olmanız bu işi kotarabileceğiniz anlamına da gelmiyor. Benim ekstra avantajım ise profesyonel futbolda kalecilik dışında her pozisyonda oynamamdır. Böylelikle oyuncularım hangi sorunlarla karşı karşıya kalıyor rahatlıkla anlayabiliyorum. Hoca olarak resmin tamamını görmek zorundasınız ve diğer bir parametre olarak da rakibinizin oyununu okumak da işin içine giriyor. Sonraki maça hazırlamak için çok nitelikli gözlemcilere sahibiz ve bu da işimizi kolaylaştırıyor. Bu hususta fazla hazırlanamadığımdan benim de işime geliyor. Oyunculara ne kadar bilgi yüklerseniz o kadar fazla şey kaybedebilirler. Bazı oyuncular her şeyinizi anlarken bazıları sizin çok konuşmanızı sevmezler. Bunu anlayabiliyorum çünkü ben de hocaların fazla konuşmasını sevmezdim. Bazı küçük ipuçları vermek yeterlidir. Detaya gerek yoktur.

Günümüz futbolunu değiştirmek isteseniz bu ne olurdu?

Ofsayt kuralını değiştirirdim. Ofansif bir oyun istiyorsanız son hattınızın gerisindeki bir oyuncunun avantajını anlayamıyorum. Bu çok saçma. Kazanmaya çalışan takımlar kompakt bir futbol oynuyor. Topu kazandıklarında tek bir grup halinde ileri çıkıyorlar. Şimdi ise bu taktik büyük bir muamma halini almış durumda çünkü rakip oyuncu top kendisine oynanılmaması koşuluyla sizin arkanızda ofsayt durumunda kalabilir. Eğer ki ofsaytta olmayan takım arkadaşı aktarılan topa yetişip de kendisine pas verirse büyük bir avantaj elde etmiş oluyor.



Tarih 2006 Ocak
Çevirim birebir değildir, düzenledim.

Şampiyonlar Ligi Play-Off Maçları "Salı Gecesi Golleri"


Video:Alan Curbishley ve John Collins yorumlarıyla harika goller...

Pazzini, Frei golleri zirveyi paylaşır...
Dün, Yılmaz Vural 'dan şu sözleri duydum Lig Tv'de."300-400 bin vermemek için sahayı yenilemiyorlar ama kaçan puanlarla daha fazlasını kaybettiklerinin farkında değiller". Anderlecht-Partizan maçındaki penaltı hadisesi umarım bizim takımlara ders olur...

Mirasını Beşiktaş'a Bırakır


9 yıl 1 hafta önce aramızdan ayrılan Şevket Belgin'in Beşiktaş'a bıraktığı mirası...

Çocuğu bulunmayan Şevket Belgin, 5 Şubat 1999'da kendi el yazısıyla kaleme aldığı son vasiyetini notere sunmuştu. Belgin'in, Beşiktaş 9. Noterliği'nin 26 Kasım 1999 tarih ve 59710 yevmiye numaralı vasiyet namesi; bir yıl önce "Vasiyet Tenfis Memuru" olarak görevlendirdiği, aynı zamanda avukatı olan kulübümüzün eski İkinci Başkanı ve Yeminli Mali Müşaviri Hüsnü Güreli açtı. Söz konusu vasiyetnamede muris, değişik musalehler yanında Beşiktaş Jimnastik Kulübüne de; Kadıköy, Göztepe, Çiftehavuzlar, Cemil Topuzlu Caddesi, Numara 53, Teslime Apartmanı, Daire 6 adresindeki, tapuda Kadıköy İlçesi, Göztepe Mahallesi, Çiftehavuzlar Sokağı, 103 pafta, 384 ada 31 parsel, Kat 5, Daire 6'da kayıtlı gayrimenkulün ve içinde bulunan eşyaların satışından elde edilecek meblağ, Beşiktaş Jimnastik Kulübü'ne, adına bir tesis yaptırılması şartıyla vasiyet edildi.
600 bin TL değer biçilen daire, yine eski İkinci Başkanımız Hüsnü Güreli'nin çabaları sonucunda 820 bin TL'ye satıldı. Para ile evrakların tamamlanmasından sonra kulübe aktarıldı.

Bülent Uygun'dan Yılın Esprisi


Video: Yılın dediğime bakmayın 2009'a aittir.

24 Ağustos 2010 Salı

Alessandro Del Piero'nun İlk 100 Golü


*
**
***
****

Video 1 : 1-3 gol
Video 2 : 4-8 gol
Video 3 : 9-29 gol
Video 4 : 30-60 gol
Vİdeo 5 : 61-100 gol

Bilica Reis


Top oyunda değilken Iq kaybına uğruyor. Dün de maçta ağlarla oynamaya başladı Onur'un arkasında...Ulan dedim yoksa adam Trabzon'da iş mi buldu?..Yapmasam olmazdı...

Yaralayan Şarkılar (1)


IT'LL NEVER HAPPEN AGAIN-Tim Hardin
I remember our first affair
All the pain, always rain around my eyes
It'll never happen again; it'll never happen again

Every time I leave you alone
I remember the time I couldn't come home
It'll never happen again; it'll never happen again

Why can't you be where I want you to be?
Why can't you see you've got to change to love me?

I remember our first affair
All the pain, always rain around my eyes
It'll never happen again; it'll never happen again


belki hayat başka bir şeydir ama...

23.08.2010 Trabzonspor-Fenerbahçe


Mehmet, Arkadiusz, Ibrahima… Remzi Giray Kaçar ve Teofilo’nun gol atması halinde maç öncesi sahaya giren Martı’nın akrostişi en tepeye döşenecekti. Aziz ahtapot Paul ise hıncından ve terk edilmişliğinden Karadeniz’in sularına gömecekti kendisini…
Akrostişe de gerek yoktu aslında… İlk yarıdaki heyecanın beş dizeye sığması mümkün de değildi. Sezon sonunda şampiyonun Trabzonspor veya Beşiktaş’tan biri olacağını işin başından beri düşlüyorum…Geçen sene, maç yazılarını hangi maçın ardından bırakmışım bir bakın…Bu senede burada bırakabilirim ama tuttuğum takımın da bordo-maviyle eşit şansa sahip olduğunu düşünerek son anlara kadar yazacağız…
Trabzonspor’un ortadaki üçlü yapısına Fenerbahçe’nin 4-4-2 düzeninde cevap verebilmesi için orta alandaki dörtlüsü Mehmet, Baroni, Emre ve Özer arasında olabildiğince az boşluk gerekiyordu ve de buna yakın bir anlayış da sağlanabildi. Safların sıklaştırılmasını gerçekleştirince de kanat akınlarınızı beklerinize yıkmaktasınız. Andre Clarindo dos Santos’un başında Yattara cambazı varken destek görevinin tamamı Gökhan Gönül’ün üzerine kaldı. İlerideki Semih – Niang ikilisinden birinin de Dünya Kupası’ndaki Diego Forlan kostümünü giymesi gerekiyordu; yani gol vuruşu düşüncesinden evvel gol yollarını açmaya yardımcı olmayı…Niang da Semih de bu meziyetlere sahip olmasına rağmen sadece çok kısa bir dönem Semih’ten görebildik bu katkıyı. Trabzonspor’un hücum hattının bu kadar etkisiz kaldığı bir akşamda üç golü sarı-lacivertlilerin defansif zaaflarına bağlayabilirsiniz. Ofsayt taktiğini geri dörtlünün tamamına uygulatmanın çok riskli olduğunu söylemeye gerek yok. Beklerin göbekteki ikiliden birkaç metre önde pozisyon alması gerekiyor ve de bu şekilde sadece defanstaki orta ikiliye kalan görevle, dört insanın hata yapma ihtimalini yarıya düşürerek rakip takımın ofsaytını daha sağlıklı biçimde arttırabilirsiniz. Fenerbahçe’nin ilk golü zaten Mehmet Topuz’un anlamsızca vuruşundan kaynaklandı ama öncesindeki duran topa yol açan pozisyonda Lugano’nun masum olabileceği kanaatindeyim. İkinci gol ise maç boyunca Fenerbahçe savunmasının neredeyse kıl payları ile kaldırttığı bayrağın bu kez havalanmamasından kaynaklandı. Bu taktiği çok fazla tatbik etmeliler yoksa hüzün vazgeçilmez… Fenerbahçe’nin dip çizgiye inerek pozisyon bulabileceği aşikardı ama kanatlara koyduğu Mehmet ve Özer’in içte olmaları ve de stillerinin buna müsaade etmemesi dip çizgiyi sadece kanatlarına açılan forvetlerine bırakıyordu. Semih’in de dip çizgiden yaptığı orta ve sonunda kazanılan golün Aykut Kocaman’ın görmesi gerekiyordu. 39. dakikada Stoch’un oyuna gireceği duyulunca Mehmet Topuz’un alınacağını umdum. Oysa yer kamerasından bitti-oynayamam işareti yapan Semih’i görünce beklentim oluşmadı. Stoch oyuna girince 4-5-1’e döndüler. Özer sol kanattan orta sahanın ortasına akın etti. Aykut Kocaman, Serkan ile Yattara’nın bağlarını kesebileceğini ummuştu Stoch’u sol kanata atarak ama bence sağ kanatta görev vermesi Trabzon’un zaten sinyal veren sol kanadını bitirebilirdi. İkinci yarıda Şenol Güneş sol kanattaki arızayı sezip Umut Bulut’u oyuna dahil etti ve Gökhan Gönül ilk yarıdaki kadar ileri çıkamadı. İkinci yarıdaki tek güzellik Mert Günok’un penaltıyı kurtarması oldu. Bir de Trabzonspor’u kalede çaylak görüp şut atmadığı için tebrik etmek gerekiyor!
Üç takımın da aynı hafta yenilmesini ben hatırlamıyorum. Belki de binde bir gerçekleşecek bir olaydır. Beklenen İstanbul depremini siz hala bekliyor musunuz? Oldu bitti bile ve bu haftalık maddi zarar 300 milyon avro. Yardımlarınız için hesap numarası veriyorum 190319051907 – 11818


23 Ağustos 2010 Pazartesi

DigiTürk D-Smart'ı Büyüler mi?

47 şampiyonluğu elinde bulunduran takımlar hafta sonunda TFF’nin belirlediği 3. hafta programı değişmez ise 18 yıl evvel yaşanmış bir olayı tekrarlatacaklar. Sol tarafta herhangi iki(üç) takımın aynı gün oynadıkları maçları eş renklerle belirttim.

Fenerbahçe’nin Şampiyonlar Ligi play-off’una erişememesiyle Avrupa mesaisi Beşiktaş ve Galatasaray ile birlikte Perşembelere kaydı ve bu da önümüzdeki hafta gibi maçların aynı gün hatta ikisinin de aynı saatte oynanmasına yol açtı. Geçmiş fikstürlere göz gezdirdiğimizde Ağustos’un son haftasına dair gerideki 17 sezonda böyle bir üçlemeyle karşılaşmadık. Sekizinci ayın son maç haftasını öne çıkarmamın nedeni de mili karşılaşmalar nedeniyle verilen on beş günlük araların hemen öncesindeki denk düşmesiyle ilgilidir.
Ligin lokomotif takımlarından üçünün aynı gün oynaması benim(izleyici) açımdan da Lig Tv açısından da skandal. Nedenleri sıralayalım…





Bako-Fenerbahçe maçının saati ile Beşiktaş’ın Karabük’teki müsabaka saatinin çakışması. İki karşılaşma da saat 20:00’de başlayacak. Eğer iki maçta seyircili oynansaydı itirazım tonu bu denli koyu olmazdı lakin Fenerbahçe maçı seyircisiz oynanacak yani ekran karşısına fazladan 40, 000 insanın yerleşmesi demektir. Bu esnada Beşiktaş maçı da oynanacağından LigTv’nin seyircisi bölünecektir. Bu sebepten ötürü Beşiktaş maçı saat 22:00’de Galatasaray ile aynı anda başlamalıydı.
Recep-İki takımın aynı anda ve önce olmasının sıkıntılarından bir diğeri de herhangi puan kaybının ardından kumandadan veya fareden pil çıkartabilecek sinire ulaşmasıdır. O adam o dakikadan sonra Real Madrid-Barcelona maçını bile zor izler. Yani Beşiktaş ve Fenerbahçe’den ikisinin de puan kaybında çoğu insanın Galatasaray maçını izleyeceğini düşünmek saflık olur. Resimlerle açıklayalım.






Mevcut fikstürde hiçbir takımın puan kaybetmediği anda 22:00’daki maçın kitleler tarafından izlenme ihtimalini görüyoruz. 6/6




 






Mevcut fikstürde Fenerbahçe’nin puan kaybetmediği anda 22:00’daki maçın kitleler tarafından izlenme ihtimalini görüyoruz. 5/6

















Mevcut fikstürde iki takımın da puan kaybettiği anda 22:00’daki maçın kitleler tarafından izlenme ihtimalini görüyoruz. 4/6





















Şimdi de az evvel belirttiğim üzere yani Fenerbahçe maçının 20:00’da tek başına bırakıldığı Beşiktaş maçının 22:00’ye alındığını varsayarsak sadece iki ihtimal beliriyor.






Sanal fikstürümde hiçbir takımın puan kaybetmediği anda 22:00’daki maçın kitleler tarafından izlenme ihtimalini görüyoruz. 6/6














Sanal fikstürümde Fenerbahçe’nin puan kaybettiği anda 22:00’daki maçın kitleler tarafından izlenme ihtimalini görüyoruz. 5/6



















Bu kadar basit bir şey niye düşünülmemiştir. Düşünüldüyse başka bir vahamettir. Bir kurum hakkını niye savunmaz. En azından izleyicisi için TFF’ye başvurabilir. Misal Beşiktaş’ın maçı Pazartesi’ye alınabilir. Buna Kadir maddemizde değineceğiz.
Kadir-Beşiktaş hafta arasında 2600 kilometrelik Finlandiya deplasmanına gitmektedir ve lig maçını, 1100 kilometrelik Ukrayna deplasmanına giden Galatasaray’dan 2 saat evvel, PAOK ile evinde oynayacak Fenerbahçe’yle aynı anda üstelik de Karabük deplasmanında oynayacaktır. Bu maddeyi fikstür adaletsizliği çerçevesinde algılamayın. Düşüncemizin orijininde TFF’nin kararı ve DigiTürk’ün umarsızlığı bulunmaktadır. Beşiktaş maçının 29 Ağustos’ta oynanmasından ötürü aklıma şu soru geldi. Acaba 30 Ağustos’ta Karabük Dr. Necmettin Şeyhoğlu Stadyumu’nda tören mi olacaktı? Geçen yıl, stadyumda tören olduğuna dair hiçbir bilgiye ulaşamadım. Zaten ulaşsam bile elimizde kapı gibi Karabükspor-Giresunspor maç raporu var. Bu da demek oluyor ki şartlar ne olursa olsun 30 Ağustos’ta Karabük’te maç oynanabilir. Maç Pazartesi günü 20:00’da oynanabilir ve de Trabzonspor maçı saat 22:00’a alınabilir. Bu maddeyi destekleyebilecek bir diğer husus da hem Beşiktaş’ın hem de Trabzonspor’un milli takıma Fenerbahçe ve Galatasaray kadar ilk 11 oyuncusu vermemesidir.




D-Smart’ı da cümle içinde kullanmamız gerekecek. Perşembe günü D-Smart’ın mı yoksa DigiTürk’ün mü büyüsü tutacak? Çünkü 2 takımın elenmesi  DigiTürk’ün yayın planlamasını kurtarır ve TFF’nin adaletsiz gözükebilecek olası lig programı ayarlamalarının oluşmamasını sağlar ama bu durumda da D-Smart müşteri kazanamayacaktır…
Bir de 1992 yılına ait gazete sayfasının neredeyse üç eş parçaya bölündüğünü fark etmişsinizdir. 30 Ağustos 2010’da gazeteleri zorlu bir ön sayfa sınavı bekliyor. Bakalım üç eş parça olacak mı?




Delgado'dan Beşiktaş Taraftarına Şok Hareket!



Hani bir sorun çıkarsa diye son çare bu yalanı atıyorum. Umarım sorun çıkmaz da gidersin. Bu hareketini bile sineye çekerim. Yaşattığın şeyler için peşinen teşekkürler. Gitsen de gitmesen de seni bir türlü se-ve-me-dim. Nedeni var nedeni yok hiç fark etmez...
Bir de aşağıdaki videoya yıllardır gülerim... O öngörülü yoldaşları scout yapıp Sibirya'ya sürmek lazım...Hem de Ekim Devrimi'nde!. Oyuncu raporlarını artık oradan yollarlar...

22 Ağustos 2010 Pazar

21.08.2010 BEŞİKTAŞ-İ.B.B.

Evet, şu caps artık Beşiktaş’a dair sevdanın aklın hemen önüne simsiyahından perde indirmesidir. Beşiktaşlı biri İBB’yi daha fazla tanıyormuş meğer. Mustafa Demirtaş’ın maç öncesindeki beklentilerine dair yorumlarımı yazmışım. 5 atacağız…Çok ciddiyim…Sebeplerin tepesine elbet sevdanı koyuyorsun altına da defans göbeğinde Barbossa ve Marcus Vinicius’u oynamayacak İBB’yi. 36 saat öncesinde öğrendiğim savunma zaafı gözümün önüne Valeranga maçında “beş beş” diye çığırdım anı getirdi..İkinci  yorumda ise İskender Alın’dan korkumu görüyosunuz. İskender’in Beşiktaş’ın riskli savunma anlayışına en büyük zehir olacağını düşündüğümden sanal maçımda 2 gol eklemiştim kendisine…Kafamdaki skor da 5-2 idi…
Kumandaya bastım ve karşımdaki ’68 model bir zemin. Meşhur “ekin çemberleri” vardır ya. Los Galacticos’un derinliklerinden kopan uzaylıların sıra dışı şekiller çizdiği. Yeni Açık’la! Numaralı’nın birleştiği yerde 7 numarası çizmişlerdi keratalar. Hah işte. İşaretimiz de tamamdı. Alın size işte Tanrıların Arabacıları…
Bizde sevinç iki dakika sürer…Zemini konser insanları bu hale getirmiş…
Kadrolar Melihs’ ağzından dökülmeye başlıyor ve her adamda ağırlaşıyor kalbim. O 11 sanki göğsümün üzerine çıkmış tepiniyor. Her şerde bir hayır var… Kendi sanallığım zaten şu zalim arzda ne zaman endam etmiş ki…Ardından akla şunlar takılır. Schuster bu kadroyu çıkararak Yıldırım Demirören’e mesaj mı göndermek istiyordu? Yoksa gidebileceklerin hakkını yememek ve geleceğe umutla bakmak için 3 puanı riske mi ediyordu? Her ikisi de olabilir her ikisi de olmayabilir…Birincisine inanmıyorum…Şayet ikinci seçenekse burada da yarısı doğru yarısı yanlış bir karar söz konusudur…Tercihin yanlış kısımlarını belirtelim:
1-Bu maç İnönü’de oynanacaktır. İnönü’de artık bazı futbolculara sabır kalmamıştır ve bunun farkına varılmadan taraftarca mimlenmiş “güruhun” oynatılması hiç doğru değildir.
2-İBB ile maalesef yaşanan tarihi! gerginlikler hesaba katılmamıştır. Ayrıca Abdullah Mucip Avcı’nın özellikle Beşiktaş maçlarında takımını mucit gibi kurgulamasının da es geçilmesi.
3-Bu maçın milli maç arasından önce oynanacak son maç olmaması…
Tercihin doğru kısmına gelirsek:
1-Her ne kadar yukarıdaki tercihle çelişsem de yazmalıyım. Eğer Schuster bu oyuncuların kararını son hafta verse gönderilmesi düşünülen oyuncuların iki günde kulüp bulmasının zor olacağıdır. Umarım Schuster bu kararı şimdiden verebilmiştir de oyuncuların en azından yeni bir takım bulabilmesi için fazladan 7 günleri olur.

Fırat Aydınus garip düdüğünü ağzına götürür ve maç başlar. İBB’de dörtlü bir savunma vardır, onun önünde tekli bir Mahmut, sonra kanatların forveti sırayla kullandıkları dörtlü bir orta saha ve ileride o sırada kanatta durmayan bir uç eleman. 4-1-4-1…Kalede saf turist bulmuş taksici edasıyla kulağını nerdeyse bacakları arasından tutan zaman bekçisi Hasagiç..Bekleri sivrisinekten beter bir takımdan bahsediyoruz. Sağ dipte Ziya Doğan’ın burnundan düşmüş Rızvan sol dipte Ekrem…Bu ikilinin Quaresma’nın sinirlerini harap ettiğinden kimsenin kuşkusu yok…Zaten ben ne zaman Q7 şimdi geçirecek bir tane dediysem Portekizli o asabiyetinden faydalanıp oyununu daha da verimli kıldı. Belki de ellerindeki forvet yapısı Beşiktaş’a en ters gelecek adamlardan oluşmuş. Özellikle İskender Alın’ı geçen seneki yirmi kişilik lig kadroma eklediğimden, korkum büyük idi.
Beşiktaş maça hızlı başladı ama sahada golcünün zerresi olmadığından daha ilk yirmi dakikada 3-0’dan oldu. İşte risk alarak hücum oynayan takımlarda olması gereken kişi yoktu sahada. O adamın tek bir özelliği olacak. Her 3 şutundan biri gol olmalı. Belki abarttım belki de eksik söyledim. Madem oyunun hücum yönüne odaklanıyoruz bir tane adamımız koşmamış ne olur. Her takımın bir tane lüksü vardır. Biz de hakkımızı en ilerideki adamla kaybedelim. Benim içimde yara kalmış bir futbolcuyu çarpıcı olması açısından örnek vereyim. Beşiktaş tarihinin belki de aldığı süreye göre en fazla gol atan adamı Christopher Ohenhen’di ihtiyacımız. Gol yüzdesi yüksek adam erken öne geçişle farkın habercisidir, moral ibresinin hep limitleri zorlanmasıdır…
Şimdi Delgado var ya bu takımda oynadığı yerden mutsuz, bir Michael Essien gibi sürekli mevkii değiştirse hali ne olacak… Teknik adamımız 4-2-3-1’de kendisine top çıkarma görevi vermiş de Beşiktaş kaç kez uzun top oynadı sayabileniniz var mı?
Maçtan önce Milliyet muhabiri Serdar Sarıdağ şunu paylaşır bizlerle.”Geçen sene, Holosko’ya sordum senin asıl pozisyonun ne diye. O da bana dedi ki. Baros ne oynarsa ben de onu oynuyorum” . Yorumu size bırakıp sıhhatimi bozan diğer iki oyuncumuza geçiyorum.
Birincisi geldiği günden beri beğenmediğim ve bunu blogların yorum kısımlarında defalarca dile getirdiğim, Erhan Güven. Maç boyunca sadece bir kayda değer pas…
İkincisi ise Beşiktaş’ın çocuğu Nihat Kahveci. Geçen sezon sonunda o kadar umutlandım ki.
Yine de ıslıklamak bütün değerleri hiçe saymaktır. Umudumu tekrar yeşertmek isterim…
Şimdi bana yabancı kontenjanını yenşden ayarlamam için bir şans verseler Zapo, Ferrari, Fink, Ernst, Quaresma, Guti, Bobo, Hilbert, Holosko, Pür golcü! Onlusunu kullanırım. Takımımda ne Delgado’ya yer var ne de Tabata’ya. Tabata’nın değerinin 3 milyon avrodan fazla etmediğini sürekli yineledim ama ederinde bile oynamıyor…
Dün, Karabükspor forvetleri için aralarında bağ yoktur cümlesini yazdım. Biz de ise tam tersi birbirlerine o kadar bağlılar ki her pozisyonda en az ikisi kör düğüm oluveriyor... 
Q7-kaptan ve Ernst biraz da Cenk…Gerisi şimdilik lafügüzaf…
 

21 Ağustos 2010 Cumartesi

20.08.2010 Konyaspor-Eskişehirspor


Maçın sonucunu bilerek izlemek zaten oyundan alacağınız toplam zevki törpülerken bu malumatın Ziya Doğan’ın maçına rastlaması pek nahoş bir hadise. Sahada üç tane tekaüt Beşiktaşlı’dan biraz anı damıtmak iyi olacaktı. Aslında Eser Yağmur, Erkan Zengin ve Rodrigo Tello’nun siyah-beyazlı formayı nasıl sırtladıklarını yabancı birine anlatamazsınız. Kenardakilerinse ikisi de Kartal. Konyaspor’da Ziya Doğan’ın oyun anlayışının topyekûn savunmadan geçtiğini buna karşılık Rıza Çalımbay mantalitesinin daha fazla hücum tarafına karşılık gelmesi maçı ilginç hale getirebilirdi. Getirebilirdi olasılığıysa sadece Eskişehirspor’un skor avantajını yakalamasıyla sağlanabilirdi.

Daha maçın başında Sezgin’in topu kontrolüne aldığını varsayıp rahat tavırlarla yuvarlağın çizgiyi terk etmesini ve neticesinde Ivesa’nın kale atışını kullanmasını hesaplarken, Eser Yağmur’ ahmakıslatan gibi usul usul topa kayar ve içeriye yüklenen Lietava’nın da zorlamasıyla Eskişehirli Safet Nadareviç yeşil-beyazlıları öne geçirir. Ziya Doğan çölde su bulsa bu kadar sevinmeyecektir. Takımının disiplin ceketinin içine bir de hiç yokken motivasyon astarı dikilmiştir. Orta sahada Emre Toraman-İbrahim Ege ile birlikte altılı bir kitleydiler. Forvet ve kanatları da her topa baskı kurmak niyetindeydi ve Eskişehirspor’un tek şansı Pele’nin şutlarıydı. Pele şu an Fenerbahçe’de de Galatasaray’da da oynayabilir. Aslında şut atan adamlara kızmamak gerektiğine inansam da bazı pozisyonlarda çıldırttı ve denemelerinin sonucunda Eskişehirspor sezonun ilk resmi golünü geleceği parlak adamın ayağından yakaladı. Ziya Doğan doğal olarak telaşlandı. Maç gidecekti. Hamlelerini yaptı ve yine sık görülmeyecek bir golle maçın skorunu belirlendi.

Besim Abbas, Erdinç, Adnan, Gökhan dörtlüsünün geçen yıl Diyarbakır’da da savunmayı kemikleştirdiğini biliyoruz. Bu tip blok transferlerin faydalı olacağını düşünenlerdenim. Konya taraftarına heyecan gelmiş. Hiç böyle hatırlamıyorum kendilerini.

Maçlarda rüzgar olunca teknik adamların boynundaki kimliklerde burulup burulup kendilerini boğma aşamasına geliyor ve yaşını başını almış adamlara böyle bir işkence yapılmamalıdır. Yaka kartı veya pazıbent çok daha iyi olur.

Daha fazla yazmak isterim de bu maç için şu satırlar bile fazla, zaten not da tutmadım. Hakem aklı yok ki bende şurada şu faulü yaptın, burada bunu yaptın, orada onu yaptın diyerek sarı kartı göstereyim....

20.08.2010 Kayserispor-Karabükspor


Ancak transfer sezonunun bitmesiyle takımların gerçek kimliklerini sahada görebileceğiz. Maçın başlamasına 1 dakika kala televizyon karşına geçtim. Kadroların Premier League yayınlarındaki gibi maç başında alt yazı geçilmemesi sonucunda, elimde kurşunkalem oyuncu taramaya başladık. Ekran başında en fazla on dakikada tamamlanacak kadroları, Kayserispor sağ beki Hamza Çakır’ın ayağı ilk defa on altıncı dakikada topa değince bitirilebildi. İki takımın da sağlıklı bir dizilişini belirtmek gerçekten güç. Kayseri için en uygunu 4-2-3-1 formasyonudur. Karabükspor’un şablonu ise biraz flu, bu yüzden oyuncularını sahada en çok bulundukları noktalara göre konumlandırdım. İki takımı da ilk defa izlediğimden yazılanların çoğunun antrenman mahiyetinde olduğunu belirtelim. Zaten gerçek kadroları ancak 15-20 günde görebileceğiz.
Maçın ilk 10 dakikasında baskın tarafın Karabükspor olması gol pozisyonu üretebilmelerine de yansıdı. Cernat’ın altıncı dakikada sağ taraftan kullandığı mükemmele yakın serbest vuruş yakın direğin dibinde patladı. Onuncu dakika içinde önce EMMANUEL Emenike’nin ceza sahasına dalarak kaleciyle karşı karşıya kalmasına ligimizin en seksi ismi AMISULASHVILI kayarak engel oldu, sonra Birol Hikmet’in şutunda topu kornere çelen kaleci Suleymanou idi. Devamında Cernat’ın hücuma yakınlığı bırakarak orta sahadan top çıkarma çabasına şahit olduk. Bu andan itibaren de oyunun hâkiminin Kayserispor olduğu perçinlendi. Solda Troisi ve Hasan Ali Kaldırım ile oldukça aktiftiler. Sağ kanatta ise Mehmet Eren Boyraz’a Hamza Çakır çokça savunmada kalarak yardım edemediğinden yeterince pozisyon geliştiremediler. 25. dakikada Selim Teber’in kanattan yaptığı ortada topu sıyıran adam maçın da uzak ara en verimlisi Franco Dario Cangele’ydi. Gol için yapılacak tek şey rakibi önden savunmak olacaktı lakin bu kadar kısa sürede bu işin gerçekleşmesi zor olduğundan, golde aşırı bir ceza yüklememek gerekmektedir Karabükspor defansına. Savunma hakkında söylenecek kötü şeylerin başına dört oyuncunun neredeyse 100 metrelik bir yay üzerinde konumlanması gelir. Göbekteki iki savunma elemanı arasında bile otuz metreye yaklaşan boşluk var. Eğer iki bekiniz insanüstü değilse her zaman ikili bir savunma hattı olarak gözüküyorsunuz karşı ataklarda. Bir bek hücuma çıkarken diğeri beklemiyor Yücel İdiz’in taktiğinde. Kerim Zengin de Anthony Seriç de çok fazla kopuyor ortadaki ikiliden. Zaten bu anlayış sezonun geneline yayılırsa Deumi’nin ayakları gedik kapatma çabasıyla buharlaşır. Kayserispor defansı ise daha durağan ve aklı başında olduğundan sezon boyunca “bir maçta yiyecekleri” maksimum gol sayısı üç olur. İlk yarıdaki diğer tehlikeli pozisyon ise Cangele’nin “neredeyse”trivelasını auta gönderen Troisi ile harcandı. Hakemin zeminde kaymasından sonra bir dilek tutsaydım, otuz dördüncü dakikada Emenike’ye kırmızı kart verilmesini arzulardım. Boyca kaldırdığı ayağıyla gerçekleşen olay, geçen haftaki Necip Uysal – Ediz Bahtiyaroğlu pozisyonundan çok da farklı değildi. İkinci yarıda Yücel İdiz, Cernat’ı oyundan alarak yerine Denizlispor patentli didikleyici forvet Angelov’u aldı ve böylelikle Emenike ile aralarında gol-asist bağının olmadığını gördük. Ruhsal bir bağsızlık; eğer ikisi oynayacaksa ki Seriç solda kaldığı sürece bu ihtimal yok gibi, ivedilikle birbirlerine yardım etmeliler. Bir de oyuncu değişiklikleri ile takıma sürekli hücum oyuncusu aktarmak biraz çağdışı değil mi?
Kayseri’de ise sarı kartı olan Abdullah oyundan çıktı ve yerinde Jonathan Santana oynayacaktı. –cak eki Abdullah Durak’ın futbol kariyerini umarım etkilemez zira özellikle hücumdaki Santana katkısı Abdullah ile karşılaştırılamayacak kadar iyiydi. Takımın tek eksiği göbek forvet… Kalıplı bir şey olması bile yetecek gibi duruyor, orta saha elemanları ve forvetlerine baktığımızda sarı-kırmızılıların. Yoksa Cangele tıpkı Deumi gibi sezon boyunca türlü belalarla boğuşabilir. Yani Makakula’yı aramaktadırlar. İkinci yarıda Karabük’te ikili kalan savunma yüzünden birkaç pozisyon yakaladılar ama kaleci Tomic kötü gününde olmadığından elleri boş kaldı. Neticede Karabük’ün tek iyi şeyi 78 gösterisiyle taraftarıydı…

20 Ağustos 2010 Cuma

Uefa Europa League Play-Off Birinci Ayak "Gollerin Zaman Çizgisi"


Avrupa Ligi'ne kalabilmek için takımlar ilk ayakta 77 gol buldular. Gollerin zaman çizgisini çıkarttım. Aynı anda başlayan maçları aynı renge boyadım. Resim fazlaca geniştir. Buraya tıklayıp büyütmeniz gerekecektir...

Galatasaray'ın Yeni Transferi:Viktor Navorski


İlk izleyişimde anlamıştım bu adamda iş olduğunu…Galatasaray’ın sıfır transferi… Elde bir Sarp var ama bu saprofit… Yani çürükçül, öyle bir zanlı…Her yeri mor içinde…Yeni beyaz önlüklüye sorun da çıkartmaz…Öz Krakozyalı… Ay-Han İmparatorluğu’nun bir gıdım altı…Sinir komşisi bir nevi…Mercanları da yok ki…Dolayısıyla Niyıl timsahı da...İsim de şehir de… Ard Arda dağlık…Her şeyin ters gittiği yer…Elinde baltasıyla oralara çıksa basınç 2 baroş…2012 Devrimi yüzünden midir iç savaş …Hiç üzülme dostum ebedi müttefik u$a tanımadığı içindir…Hele bi o tanısa…Üzülme sakın…Krakozyalı gelecek, dertler bitecek... Hani o taraftar omuzlarına alsa… En azından havaalanı içinde bi dolaştırsa…
As ezginin günlüğüne bu satırları, pasaport kuyruğunu kıstıramıyorum daha...Bir ilhak etseniz…Dur, helecanlandım…İçimde kivıl kivıl bir şeyler püskürüyor…Ah! Evet, öz kanımın koşu yolları tıkandı…On harekette zorlanıyorum…Sermayem elano ey dost, servetim pino…Kararsa da bahtım, hayat devinir…Bir parçalı göz yaşım, Krakozya için tek biletim…Üzülme bre…Şunu söyle…Ayaklarım zincir, dört bir yanım duvar…Elim cebimde…Cebim delik, elimde ne var…Cana girsin hele...


Üzülmeyin Ulan!...


Not: Viktor Navorski, Terminal filminin kahramanıdır. Ülkesinde devrim olur ve iç savaş çıkar. Amerika Birleşik Devletleri, Navorski'nin ülkesi Krakozya ile tüm ilişkilerini askıya alır ve bunun sonucunda kahramanımız ne ülkesine geri dönebilir ne de Birleşik Devletler topraklarına girebilir. Havaalanında yaşamaya başlar. Sonrası için filmi izleyin.

Bu Bebek Bu Gençlerden Birisi...




Öyle varsayıyorum...

Sırbistan-Yunanistan Basketbol Karşılaşmasında Kavga

Video=  Vay anam vay neler dönmüş Serhat ya

Schildenfeld Juventus'u Avlıyor


Video=Maymun gözünü açmış!!!

19 Ağustos 2010 Perşembe

Ülkenin Futbol Kültürü İdam mı Ediliyor?


Her sene tekrarlayacağım bu yazıyı. Hiçbir maçı izlemiyorum şu an. Sonrasında insanlar neden Karpaty, PAOK, Liverpool ve Helsinki'yi destekler bir düşünün hele. Buyrun...

Bu soru herkesedir. Rakiplere empati ve sempati duyduğumuz an Avrupa Kupası maçları değil midir?
Eminim ki bugünkü Fenerbahçe maçını da izle(ye)meyenleriniz olmuştur. Hala Arsinıl hala Mençıstır hala Barselona zaferinde karşı takımı da alkışlayanınız yok mu; hala Sigma hala Livırpul hala Çelsi hezimetlerinde yüzde hem hınzır bir tebessüm hem de acıma ifadesinin yer aldığını hatırlamayanınız var mı?
Türkiye'nin ilk büyük zaferlerinden 3-3'lük Galatasaray maçını kaç kişi izleyebilmişti? O gün TGRT ile "paylaşılamamanın miladı" değil miydi?
Ben Trabzon'un Avrupa maçları için gündüzleri okuldan eve ne kadar büyük bir şevkle koştuğumu bilirim ama Tuluz maçını izledim mi?
Bursa'nın Ercümentli, Baliçli kadrosuyla Karlsruhe karşısındaki gurur dolu futbolunu Cine 5 tarafından şifreli yayınlandığını ben bilmiyordum çünkü Kocaeli belediye sınırları dahilinde Cine 5'in şifresi kırılmış şekilde verildiğini sonradan öğrenmiştim.
Daha çok kavga çıkacaktır tribünlerimizde çünkü kimsenin empati ve sempati duyacağı ortam bırakılmamıştır.
Ama yukarıdakilerin bazıları için boş laflar olduğunu biliyorum Sergen'in şu sözünü hatırlayınca
"Chelsea'de destan yazmışız, Elazığ deplasmanına gittik. Maç öncesi sırtıma el büyüklüğünde taş attılar"...

Bir Garip Transfer Hikayesi

60’lar… 
Yeniçağa ait Alicengiz oyununun prömiyeri ya da meziyetli bir PR(halkla ilişkiler) gurusunun doğuşu ve de batışı…
1960 Şubat’ı karlıdır İstanbul, aynı zamanda İzmir ve Ankara turnesini tamamlamış bir takımın son durağı…
6 Şubat’ta Beşiktaş ile Şeref Stadı’nda karşılaşacaktır Sirvena Zivezda ya da bilinen adıyla Kızılyıldız…




Balkanlar’dan Beşiktaş’a soğuk hava dalgasının yanında üç tane de gol gelmiştir…
Hikaye başlar…
İki gün sonra Kızılyıldız’dan Fenerbahçe’ye bir sağ kanat aktarımı belirir…
Necmi Tanyolaç, tercüman Ali Ulvi’nin yardımıyla kahramanımız Vladimir Nikolovski ile ilk röportajını gerçekleştirir. İki ayağını da kullanabilen kanat oyuncusu genelde Stipiç’in yedeğidir ve Vlado’nun beyninden Ali Ulvi’nin dilinden şu sözler aktarılır.
“Türkiye’de bulunduğumuz zaman zarfında kuvvetli gözlemlerim oldu. Ancak, gördüğüm Türk takımları içinde Fenerbahçe’yi oynadığım futbola yakın buldum. Bu sebeple Fenerbahçe’de oynamak isterim. Belgrad’da diş hekimliği eğitimi görmekteyim, ancak yabancı bir üniversiteden mezun olmak için İstanbul’u tercih edeceğim. Yugoslavya Federasyonu’nun tahsilime devam edebilmek için Türkiye’ye gelmeme izin vereceğini ümit ediyorum. İstanbul’da bir halam var. Ayrıca bir akrabam da üniversitede okuyor. İstediğim sadece Fenerbahçe kulübünün gerekli müracaatı yapmasıdır. İzin çıktığı takdirde derhal İstanbul’a gelir ve Fenerbahçe takımında oynamaya başlarım.”
Bu sözlerinin üzerinden bir gün geçmeden Fenerbahçe ile prensip anlaşmasına varır. Anlaşmaya göre Fenerbahçe yönetimi Kızılyıldız kulübüne ve Yugoslavya Futbol Federasyonu’na resmen müracaat ederek Vladimir Nikolovski’nin transferi için gerekli izni almaya çabalayacaktır. Görüşmenin ardında Vlado, şu beyanatı verir:”Fenerbahçe’ye geleceğim için memnunum. Dört sene için İstanbul’a geleceğim. Lefter(K.) ve Can (B.) gibi uluslar arası iki futbolcunun yanında oynamaktan zevk duyarım.”
Kızılyıldız transfer için zorluk çıkarmamaktadır ama Fenerbahçe’de seçim sath-ı mailine girilmiştir. Nikolovski beş aylığına gündemden inmiştir…
O yaz, oyuncu kulübüyle sözleşmesini yenilemediğinden Fenerbahçeliler harekete geçer ama profesyonellik talimatnamesinde yabancı futbolcuların durumuna dair kayıt bulunmaması işlerini zorlaştırır. Diş hekimliğinde okuyan Vladimir için amatör ve öğrenci olarak transferinin olasılığı araştırılmaktadır. Fenerbahçe yönetimi iç transferde türlü sorunlarla boğuştuğundan mıdır yoksa transfer talimatnamesine çözüm üretmediklerinden midir bilinmez, Vladimir Nikolovski’nin adını 6 yıl boyunca Türkiye topraklarında duymayız…
1966’da Beşiktaş denemek üzere Yugoslavya’dan bir sağ açık getirmiştir. Beyoğlu maçıyla süreç başlar. Bu sağ açık PR gurumuz Vlado Nikolovski’dir. Namık Sevik’in deyimiyle bu maçtaki performansı Beşiktaş’ı “Avrupa taklidi bir takıma” dönüştürmeye yetmiştir. Beşiktaşlı yöneticiler de olumlu izlenim edinmiş olacak ki futbolcuyla sözleşme imzalamak için hazırlanmaktadırlar ama yine de kararlarının berraklaşması adına Altay ile Alsancak Stadyumu’nda bir hazırlık maçı tertip edilir. Nikolovski’nin son kez denenmesinin ardından Beşiktaş kararını verir. Maçtan üç gün sonra Vladimir ile iki yıllık sözleşme imzalanacaktır.
Ve zurnanın zırt dediği yere gelinir…
Beşiktaş yöneticilerinin Yugoslav futbolcuyu kulüpte imzaya bekledikleri sırada “O” Galatasaray ile 40, 000 liraya çoktan anlaşmıştır. Bu da kendisini ilk Yugoslav Galatasaraylı yapmaya yetecektir. Şokun ardından Beşiktaş yönetim kurulu üyesi Hayati Orcan, Yugoslavya Futbol Federasyonu’na ve FIFA’ya müracaat ederek oyuncunun Galatasaray’a transferine itiraz edeceklerini açıklar. Sonra Beşiktaş vazgeçer sevdasından…
Vlado, Galatasaray’daki sözleşmesini tamamlar ama kendisinin önüne boş kağıt bile uzatılmaz. Kulübün kendisini gözden çıkarması neticesinde Konyaspor ile anlaşır ve hikaye burada biter.

Yazı önce kaba etlerimin sonra da mavi stabilomun eseridir. Maalesef bilgisayarda yazınca pek mekanik yazıyordum, biraz uzun sürdü aktarmam.
Resimlerse milliyet arşivinden...
Not=Olaylar gerçektir...
Related Posts with Thumbnails