Video: Az önce arka planda çalışan Ntvspor'u dinlemekten görme eylemine geçtiğimde ne Kournikova ne de Sharapova'nın eline su dökemeyeceği birini gördüm. Zıpla Darya Zıpla Zıplamayan!...
31 Temmuz 2009 Cuma
Darya Klishina "Yeni Tanrıça"
Video: Az önce arka planda çalışan Ntvspor'u dinlemekten görme eylemine geçtiğimde ne Kournikova ne de Sharapova'nın eline su dökemeyeceği birini gördüm. Zıpla Darya Zıpla Zıplamayan!...
Haklarını Helal Et Kuper!
Başlamadan önce, Robson'ın Hollanda'da başarısız olduğunu belirtmek zorundayım, Kendisi buna katılmayabilir. Ne de olsa PSV'de geçirdiği iki yıl içinde takımı iki kez Hollanda şampiyonu olmuştu. İşte 'anlama' konusundaki ilk hatası da bu zaten. İngiltere'de lig şampiyonluğu, her kulübün elde etmek istediği en önemli ödüldür. Oysa Hollanda'da durum farklıdır. Robson PSV’nin, Hollanda lig şampiyonluğunu olağan bir şey gibi gördüğünü o gelmeden önce de dört yıl içinde üç kez şampiyon olmuşlardı ve onların artık Avrupa'da başarılı olmak istediklerini asla anlayamadı.
1990 Dünya Kupası'nın başlamasından birkaç gün önce İngiltere'deki bol resimli gazetelerden biri, ülkenin ulusal takım menajerinin görevi bırakabileceği haberinin sızması üzerine, “PSV ACEMİ BOBBY’İ ALIYOR!' diye koca bir manşet atmıştı. Hollanda basını da durumdan hoşnut değildi. Profesyonel futbolcular, teknik adamlar ve yöneticiler tarafından okunan ve çok başarılı bir dergi olan Voetbal International’ın (İngiltere'de bir benzerini bilmiyorum) editörü bile. 'Neden Bobby Robson diye yazmıştı: Robson’ı, "Kıta Futbolunu anlayamayacak kadar az taktik dehaya sahip, İngiliz okulunun ürünü tipik bir antrenör" olarak tanımlıyordu.
Hollandahlar'a göre Bobby Robson, dar görüşlü İngilizleri temsil ediyordu. Çok fazla sofistike olmayan uluslararası bir takımı çalıştıran, zaman zaman kumaş bir şapka takan ve sadece tek dil bilen biriydi. (Bir süre Flamanca öğrenmeye çalıştı, ama onda da başarılı olmadı.) Hollanda'ya geldiğinde imajı bir soytarınınkinden farksızdı. Orada kaldığı sürece bunu değiştirmesi de mümkün olmadı.
PSVde, çoğu Hollandalı'nın artık hiçbir şey beklemediği bir futbolcu grubuyla karşılaştı. Bir sezon önce takımda gruplaşmalar başlamış ve futbolcular neredeyse birbirleriyle konuşmaz hale gelmişlerdi. Robson’dan önceki antrenörün işini kaybetmesinin nedeni de buydu. PSV Genel Menajeri Kees Ploegsma, oyuncuları susturacak bir antrenör arıyordu. En akla yatkın tercih de bir Britanyalı olacaktı.
İngilizler’e ait bu sporun bazı kuralları vardı. Eğer bir oyuncu verilen taktiğe karışırsa, "futbolun itibarını zedelemiş' olurdu. Antrenörüyle tartışırsa, başka bir kulübe satılırdı. Asla sırası gelmeden konuşmaz, sadece emekli olur ve parası suyunu çekerse, anılarını The Sun gazetesine satardı. Alex Ferguson, Ryan Giggs'in gazetecilerle konuşmasına izin vermedi ve Manchester Unitedlı futbolcular genelde en çok beş söyleşi yaparlardı Brian Clough, Des Walker ve Stuart Pearce gibi futbolcuları öylesine korkutmuştu ki, bu yıldızlar basınla hiç konuşmazlardı. Bir İngiliz oyuncu, üstlerine itaat ederdi, çünkü o bir askerdi. Hollandalı Ray Atteveld, Everton tarafından denenmek üzere İngiltere'ye gelmeden önce, eski Nottingham Forest ve Tottenhamlı John Metgod’a telefon etmiş ve kendisine tavsiyede bulunmasını istemişti. Metgod da onu kırmamıştı: "Saçını kestir: takım elbise giy ve idmanda sürekli olarak bağır." Everton, Atteveld'i transfer etti!
Bunun aksine, Hollanda'ya gelen yabancıların hepsi ayni keşifte bulunuyordu: "Antrenör o kadar fazla şey söylemez. Konuşan hep futbolcular." Bu sözleri söyleyen, Roda Kerkrade'de oynamak üzere Hollanda'ya gelen ve gördüklerinden ötürü büyük bir şaşkınlık yaşayan, Nijeryalı Ajah Wilson Ogechukwu’ydu. Hollandalı oyuncular konuşmayı severler ve futbol dergilerindeki söyleşileri dört sayfayı bulur. Ülke dışına çıkan Hollandalılar gittikleri yerlerde de konuşmayı sürdürürler, hem de anadillerinde. Antrenörlere taktik ve takım kurulması konularında önerilerde bulunurlar. Milan teknik direktörü Arrigo Sacchi, Ruud Gullit, Frank Rijkaard ve Marco van Basten'in kendisine “yeni fikirler ve görüşler' verdiklerini, 'geleneksel İtalyan düşüncesi ve oyun tarzından çok farklı olan yeni bir futbol tarzının tamamen onlardan kaynaklandığını söylemişti.“(Daha sonra Van Basten, Milan'ın daha da farklı bir tarzda futbol oynaması gerektiğini söyleyince, Sacchi ayrılmak zorunda kalmıştı.) Ama genelde Hollandalılar'ın fikirleri istenmiyordu. John van't Schip, Genoa'ya gelir gelmez antrenörüyle taktik konusunda tartışmaya başlayınca, beş hafta süreyle kadro dışı bırakılmıştı.
Aberdeen'de dört yıl kalan Hans Gillhaus. “Ben kendi fikirlerini söylemekle ün yapan biriyim, ama Britanya’da bundan hoşlanmıyorlar", demişti_ "Orada futbolcu olarak sen sadece bir sırt numarasısın ve sadece patronun söylediklerini yaparsın. Evet, orada antrenöre böyle hitap ediliyor: 'Patron.' Devre arasında veya maçtan sonra antrenörün birkaç oyuncuya küfretmesi adet olmuş. Oyuncuların çoğu buna itiraz etmiyor. Hollandalılar buna direndiği zaman da kavga çıkıyor."
Bütün Hollandalılar'ın en iyisi (ve en inatçısı) olan Johan Cruyff durumu, "Biz Hollandalılar inatçıyız" diye özetlemişti. “Hatta dünyanın öbür ucuna gitsek bile, insanlara nasıl davranmaları gerektiğini söyleriz. Bu açıdan bakıldığında, çok sevimsiz bir ulusuz.”
Belki sevimsiz, ama başarılı. Hollanda futbolu işe yarıyor. Oyuncuların kendileri adına düşünmelerine izin verilirse bütün maçları kazanıyorlar. Son 20 yıl boyunca küçük ülkelerin hiçbiri (büyüklerden de Almanya, Brezilya ve Arjantin dışındakiler) Hollanda kadar çok maç kazanamadı. Hiçbiri onlar kadar mükemmel futbol oynamadı. Bunun en önemli nedeni, Hollanclalılar'ın çok konuşmaları sayesinde futbolu, şu anda oynadıkları gibi oynamaları. Bir oyuncu takımdaki rolünü çok iyi anlamalıdır. Önünde oynayan adamın ne zaman yardımına gideceğini, ne zaman onun yerini alacağını, kendi adamını ne zaman bırakıp topu kovalayacağını bilmek zorundadır. İngiliz futbolcular çocukluklarından beri, İngiliz oyun tarzı olan 4-4-2'yi uygularlar ve bu yüzden de bu sistem hakkında öğrenecekleri pek az şey vardır.
Örneğin 20 yaşına gelen bir İngiliz savunma oyuncusu, rakip takım diğer kanattan hücuma kalktığı zaman, savunmanın ortasında oynayan arkadaşının yerini alması gerektiğini bilir. Sistem çok basittir. Top ayağına gelince, onu rakip savunma arkasındaki boşluğa atacaktır. Eğer rakip pres yapıyorsa ve çok sıkışmışsa rahatlıkla taca ela atabilir. Eğer bir futbolcudan başka bir oyun tarzında oynaması ya da daha zor şeyler yapması istenirse —örneğin topu mutlaka kendi takımında tutması gibi—, onun yeniden bir şeyler öğrenmesi gerekir. Yeni sisteme uygun top oynayarak çok şey öğrenebilir, ama bu kadarı yetmez. Genoa'yı çalıştıran antrenörlerden biri, takıma Ajax gibi total futbol oynatmaya çalışmış ama becerememişti. Van’t Schip şöyle diyordu: "Ajax'ın sistemini uygulamak için önce onu anlamanız ve özellikle de sistem hakkında sürekli konuşmanız gerekir_"
Çok konuşmanın en büyük sakıncası, kişilik uyuşmazlığının ortaya çıkmasıdır. Hollanda 1990'da Dünya Kupası’nı rahatlıkla kazanabilirdi, ama oyuncular kavga etmeyi tercih ettiler. Robson'ın devraldığı PSV takımı da kavgalar yüzünden bölünmüştü: Wim Kieft, Gerald Vanenburg’la, Romairo ise bütün takımla kavgalıydı.
Bütün bunlar Robson için çok yeniydi. İngiliz sisteminde futbolculara tartışma fırsatı hemen hemen hiç verilmez, en ufak bir görüş ayrılığı yoktur. Bu yüzden de dünyadaki en iyi takım- ruhu burada bulunur. 1990 Dünya Kupası'na katılan İngiliz takımı, Robson'ı stoper kullanması konusunda ikna etmiş gibiydi ama bu bile, güçlü Hollanda takımıyla başa çıkmaya yetmiyordu. Teknik direktör Thijs Libregts'in takımı Dünya Kupası'na götürmesine, kadrodakiler tarafından itiraz edilmiş ve zavallı teknik adam hemen kovulmuştu. Diğer ülkelerle aradaki fark, Hollanda işçi sınıfının kültür yapısından kaynaklanıyordu. Hollanda işçi sınıfı tartışmaya çok değer verir. Hepsi Kalvinisttir (hatta Katolik Hollandalılarda bile güçlü Kalvinist özellikler görülür). Calvin inananlara, rahiplere aldırmamalarını, İncil’i kendi kendilerine okumalarını önermişti. Bu yüzden 20 yaşındaki bir Hollandalı futbolcu, kendisinin de gerçeği, antrenörü kadar bilmesi gerektiğini düşünür. İngiliz bakış açısına göre antrenör, antrenördür. Futbolculardan yaşlıdır, tecrübelidir, öyleyse o haklıdır. Bu nedenle Robson, soru yağmuruna tutulduğu zaman, hemen kendi sicilinden ve bu spora kaç yılını verdiğinden söz etmeye başlar.
Bobby Robson, PSV’de 18 ay geçirdikten sonra World Soccer'a, "Buradaki oyuncular taktik konusuyla, nasıl oynadığımız ve ne tür değişiklikler yapabileceğimizle çok daha fazla ilgileniyorlar", demişti. Eindhoven'da kaldığı sürece zamanının büyük bir bölümünü, takımın İngilizlere özgü 4-4-2 sistemiyle oynamasının mı, yoksa oynamamasının mı daha iyi olacağına karar vermeye çalışarak geçirdi ve oyuncular bu tartışmaya balıklama daldılar. Robson’ın davranışını sadece stoper Gica Popescu haklı buluyordu: "Bence futbolcular futbol oynamalı, bunun dışında çenelerini kapamalıdırlar. (Antrenör konuşmalı, biz dinlemeliyiz," Küçük bir ayrıntı: Popescu, Çavuşesku’nun Romanyası'nda büyümüştü.
Robson Voetbal Internatiol’a şöyle demişti: 'Profesyonel bir İngiliz futbolcu, antrenörünün söylediklerini kabul eder. Oysa burada her maçtan sonra yedek oyuncular ziyaretime geliyorlar." John Bosman'ı Montpellier maçında oynatmayınca, Bosman bunu neden yaptığını sormuş, ama Robson sadece, "Futbolcular, ancak antrenör oldukları zaman yedekliğin ne demek olduğunu anlayabilirler", dernekle yetinmiş. Hollandalı futbolcular akla yatkın nedenler talep ederler. İngilizler her zaman ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışırlar, ama Hollandalılar çalıştırıcıyla görüş ayrılığına düşünce, tıpkı 1990 Dünya Kupası'nda yaptıkları gibi somurturlar.
Robson en iyi, PSVnin en “İngiliz” futbolcularıyla anlaşıyordu: Hırslı genç Twan Scheepers ve güçlü fiziğiyle stoper Stan Valckx. Daha sonra Sporting Lizbon'a giderken Valckx'i de yanında götürmüş, hatta Portekizce konuşabilme konusundaki inanılmaz yeteneksizliğine karşın onu takım kaptanı bile yapmıştı. Robson, Scheepers için şöyle diyordu: "Çok güçlü, çok iyi koşuyor, adam markajında çok başarılı ve futbol oynama isteği var. Bunu gözlerinden anlıyorsunuz," Robson, bir futbolcuda ancak bu nitelikleri gördüğü zaman mutlu oluyordu.
Genelde, futbolun tüm özelliklerini, iki ayrı alanın birinden aldığına inanılır; ya sanattan ya da savaştan. Brezilya futboluna `samba ritmi' hakimdir, İngilizlerse 'savaşçı bir ruha' sahiptirler. Robson futbolu her zaman savaşla kıyaslar. Kendisiyle aynı soyadını taşıyan (yalnızca benzerlik) ve İngiltere Ulusal Takımı'nın yıllarca kaptanlığını yapan Bryan Robson için, Herkes Bitkindi (All Played Out) kitabının yazarı Kete Davies'e söylediklerine de değinmeden geçemeyeceğim: 'Takımı en derin sipere bile soksan, dışarı ilk önce onun çıkacağından emin olabilirsin... Hiç düşünmez. Başını çıkaracak olursa alnının ortasına kurşunu yiyeceğini aklına bile getirmez. Aksine, herkese siperden çıkmasını söyler." İsveç'le yapılan bir maçta başı yarılan Terry Butcher'ın, başını sardırarak oyuna devam etmesi Robson'ı çok memnun etmişti. Doktor maçın devre arasında Butcher'ın başına dikiş atarken, o da takımdaki diğer oyunculara, “Kaptanınızın yüzünü kara çıkarmayın!" demişti. Bu olay boyalı basının da çok hoşuna gitmişti: 'SEN KANLI BİR KAHRAMANSlN KAPTAN', Başı yarıldığı halde maça, sadece bir İngiliz futbolcunun devam edeceği inancı hakimdi. Bu doğru olabilir. Hollanda takım doktoru Frits Kessel bu konuyu şöyle açıklıyor: “Asker futbolcuların” acıya, çok becerikli ve bedensel-zihinsel koordinasyona çok daha fazla bağımlı olan süper futbolculardan daha fazla dayanabilirler. Örneğin Marco van Basten'in en ufak bir acıya bile tahammülü yoktur. Eğer herhangi bir sorunu varsa, ondan artık hiçbir şey bekleyemezsiniz. Bunu kendisi de kabul ediyor." İngilizlerin çoğu `asker futbolcu' oldukları için, kafaları kırılsa hile maça devam edebilirler. Robson gibi antrenörler onların bu yiğitliklerine hayrandırlar ve hep bu tür oyuncuları seçerler. Robson'ın İngiliz meslektaşları savaştan, ona oranla biraz daha az söz ederler. 1993'te ABD, İngiltere'yi yendiği zaman takımı Robson'dan devralan Graham Taylor basına, "Bir savaştayız değil mi? Bu savaşta hepimiz omuz omuza vereceğiz", demişti. Doğal olarak Taylor, David Batty ve Chris Waddle'ı seçmeye daha eğilimliydi. Robson'ın, Gazza’yı ulusal takımda oynatmaya istekli olmadığı günlerde söylediği bir şey vardı: "Mutlak şekilde güvenilir biri olmak zorundasınız." Askerlere güvenilir, ama artistlere asla!
PSVli oyuncular hiç durmadan Robson'ın antrenman yöntemlerinden şikayet ediyorlardı. Robson, daha çok koşmaya ve saha içi hareketlerinin tekrarına dayanan “işlevsel antrenmanın” yararlı olduğuna inanıyordu. Bir orta alan oyuncusu topu ileriye atar, bir savunma oyuncusu kanattan hücuma katılarak bu topu alır ve ceza sahasına orta yapar, santrfor da bu ortayı kafayla gole çevirmeye çalışırdı, Fakat bu idman sırasında oyuncuların karşısında rakip olmazdı. İşlevsel antrenman mantıklı olabilirdi belki, ama oyuncular Robson'a daha ilk günden başlayarak kuşkuyla baktıkları için bu idman tarzına gülüyorlardı. Johan Cruyff da Ajax'ı çalışırken futbolculara yeni şeyler yaptırırdı -nasıl nefes alacaklarını öğrenmeleri için sahaya bir operacı getirmişti—, ama Cruyff insanda saygı uyandıran biriydi. PSVde bir yıl süreyle yardımcılığını yapan Danimarkalı Frank Arnesen büyük bir öfkeyle, “Robson’la bir sezon boyunca alay edildi", demişti "Geçmişine bakıldığında, kariyeri onun kadar başarılı olan bir antrenör daha dünyada yoktur. Bu tam Hollandalılara özgü bir davranış. Hollanda inanılmaz derecede hoşgörülü bir ülkedir, ama Hollandalıları başkalarına saygı duyduklarını söylemek mümkün değil”.
Futbolcular ayrıca, Robson'ın idmanlarının çok hafif olduğunu düşünüyorlardı. İngiliz takımları genelde haftada üç maç yaparlar ve bu yüzden birkaç hafif idman onlara yeter de artar bile. Pete Davies kendisine, bu nedenle İngiliz futbolcuların, Rijkaard'ın sahip olduğu becerileri öğrenme şanslarının daha az olduğunu söyleyince. Robson bu görüşe katılmıştı. Yine de idmanların önemli olduğu Hollanda'da her zamanki yöntemlerini degiştirrneye yanaşmamıştı. Bu durum, PSV’ deki ilk sezonunda neredeyse bir felakete neden olacaktı. Sezonun bitmesine iki maç kalmıştı ve PSV'yle Ajax şampiyonluk yarışını omuz omuza sürdürüyorlardı. PSV'nin sondan bir önceki maçı çok zordu, FC Groningen deplasmanına gideceklerdi. Robson, futbolcularının dinlenmeleri gerektiğine karar verdi ve onları birkaç günlüğüne İsrail'e, deniz kıyısında tatil yapmaya götürdü. Takım geri döndüğünde bütün oyuncular dinlenmiş ve bronzlaşmıştı, ama Groningen maçını 4-1 kaybettiler. Robson'ın savunması her zamanki gibiydi: "Ipswich’i çalıştırırken bunu sık sık yapardık ve futbolcular buna bayılırlardı." Neyse ki aynı gün Ajax, hiç beklenmedik bir şekilde alt sıralardaki SVV’ye yenildi de, Robson kellesini kurtardı. PSV'nin şampiyon olması bile, oyuncularda antrenörlerine karşı bir saygı uyandırmamıştı. Son maçtan sonra şampiyonluğu kutlarken, futbolcular menajer Ploegsma'yı havuza attıkları halde, Robson'a ellerini bile sürmediler.
Robson, Hollanda basınını biraz daha iyi anlamış olsaydı, belki onlar onun tarafını tutabilirlerdi. Hollanda’ya ilk geldiği günlerde, gazetecileri etkilememe konusunda kesin kararlıydı. Sekiz yıl boyunca İngiltere Ulusal Takımını çalıştırması ona bazı alışkanlıklar kazandırmıştı. Örneğin PSV’ deki ilk aylarında futbol hakkında kendisine yöneltilen soruları, "Sizi ilgilendirmez', diye yanıtlamıştı. Voetbal Internaional’la yaptığı bir söyleşide bir ara oturduğu koltuktan fırlayarak, söyleşiyi yapan gazeteciye, "Bana bak ahbap, İngiliz antrenörler dünyanın en iyi antrenörleridir", diye bağırmıştı. Maçlardan sonra düzenlediği basın toplantılarında, takım o gün son derece kötü oynamış bile olsa, maçın 'olağanüstü güzellikte' geçtiğini yinelemekten daha öteye gitmeyi hiç başaramadı. Ama zamanla, değişmesi gerektiğini anlamıştı. World Soccer’a yaptığı açıklamada, "Hollandalı gazeteciler, manşet olacak bir haber arayan muhabirlerden çok, futbol yorumcularına benziyorlar. Hepsi kendisini biraz da olsa, antrenör gibi görüyor. Buna uyum sağlamam biraz zaman aldı", demişti.
Yine de Hollandalıların taktiklerine asla tam olarak uyum sağlayamadı. World Soccer muhabirine, "İngiltere'de hemen hemen herkes 4-4-2 oynar. Taktik açısından İngilizler'in sahada ne yapacaklarını kestirmek kolaydır. Ama burada sahaya çıkınca neyle karşılaştığınızı bilmeniz kesinlikle mümkün değil". diye itiraflarda bulunmuştu. "Bazen üzerinize, ortadan hücuma kalkan tek bir geliyorlar, Bazen hiç santrfor kullanmıyorlar, ama kanatlardan hücuma kalkan iki adamları oluyor. Öyle zamanlarda maçın yarısı geçtikten sonra, savunmanın ortasında oynayan ve marke edecek kimseyi bulamayan iki oyuncunuzu nasıl kullanmanız gerektiğini düşünmeye başlıyorsunuz. Robson, hiçbir zaman kendinden emin değil gibiydi. PSV'ye önce 4-4-2 oynattı, sonra 4-3-3, 3-3-4, 5-2-3 ve yine 4-4-2. Robson'ın PSV'deki ikinci sezonunda, takım henüz hiç yenilgi almamışken, genel menajer Ploegsma, "Takımın oyunu bizi düşündürüyor", demişti. Sonra Robson hastalandı ve yerine Arnesen geçti. O andan itibaren PSV her hafta 4-4-2 düzeniyle oynamaya başladı.
PSV yetkilileri Robson'dan söz ederken kendilerini savunur bir havaya giriyorlardı. Ploegsma Voetbali International’a yaptığı açıklamada, "O sırada piyasada çok fazla seçenek yoktu", demişti. "Kendi kendimize ne aradığımızı sorduk. Bizim için disiplin, deneyim ve saygınlık çok önemli değerlerdi. Sonra kimlerin boşta olduğunu araştırdık." PSV, Robson'a teklif götürmeden önce Franz Beckenbauer ve Dick Advocaat’la görüştü. Ploegsma, "Robson taktik veya buna benzer açılardan PSV'ye uygun muydu derseniz, bilemiyorum", demişti. "O sırada bunu düşünmedik. Önceliklerimiz çok farklıydı."
Robson'ın sözleşmesinin bitmesine aylar vardı, ama Ploegsma Hollandalı gazetecilere, sözleşmeyi yenilemeyecekleri sözünü veriyordu, Hatta Robson’a, PSV'den ayrılmak zorunda kalacağını ilk haber veren de Voetbal International oldu. Hollanda'dan ayrıldıktan sonra dergi onun için 'sevimli Britanyalı' ifadesini kullandı ve PSV Başkanı Jacques Ruts'un sözlerinden alıntı yaparak Robson’ın 'bir yabancı' oluşu nedeniyle Hollanda'da bazı sorunlar yaşadığını belirtti. Ruts bunu şöyle açıklıyordu: "Eğer bir İngiliz, 'Korkarım bu konuda bazı zorluklar var', diyorsa, birçok Hollandalı bu cümleyi, 'Yaparım, ama bu iş çok zor', şeklinde yorumlar. Oysa İngiliz nazik bir şekilde bunun yapılmasına 'kesinlikle' karşı olduğunu söylemeye çalışıyordur. Robson’la takım arasındaki ilişkilerde bu tür sorunlar yaşandığını fark ettim." Bu konudaki son sözü, PSV'nin savunma oyuncularından Berry van Aerle söyledi. Nieuwe Revu'ye verdiği demeç aynen şöyleydi "Robson iyi biri, cidden çok iyi biri, ama iki yıl boyunca bana öğrettiği tek şey İngilizce oldu."
"Football Against the Enemy" WHY BOBBY ROBSON FAILED IN HOLLAND
editör: Barış Tut
Not: Kuper'e karşı nötürüz de bu adamdan alıp alıp kendim yazdım demek niye...
Robson'a güle güle diyoruz. Belki de o bize güle güle diyordur; kim bilir.
30 Temmuz 2009 Perşembe
Seleçao Süper Lig

Listede beni tek zorlayacak kaleci mevkii dolayısıyla Carlos-Taffarel tercihidir. Zaten Brezilya Milli Takımı'na dair Abdurrahman Çelebi devirlerini geride bırakmak üzereyiz. Ülkemizden Seleçao'ya ilk kez dahil olup sahada koşturmak eylemini ise belki de uzunca bir süre göremeyeceğiz.
Kaleye Nouma'yı yıldız yapan, "handsfree" özelliğiyle mükemmel bir liberoyu koymaktan başka çaremiz yoktu. Taffarel(106) 7.7.1988'de başladığı Milli Takım kariyerine 12.7.1998'de Fransa'nın 3 golüyle talihsizce veda etti. Kupa sonunda GS'nin kalesine geçti...
Savunmaya 2 Beşiktaşlıyı koyuyorum. Zira aklıma başkası gelmiyor. Ronaldo Guiaro(14) 2.3.1995'de Uruguay maçında milli serüvenine başladı. 2.8.1996'da Portekiz'le son buldu.
'69 doğumlu Zago(37) bir hakem eskisinin hedefi olmadan 1.7.2001'de Uruguay maçıyla milli formaya veda etmişti. Defansın son elemanı Dracula "suckerself"; kendi tabelasını kaç kez değiştirdiğini bilemiyorum ama 12.9.2007 Meksika karşılaşması Edu(10)'nun şimdilik son sınavı oldu. 2001 Arjantin Dünya Gençler Şampiyonası'nda gördük ilk defa kendisini umarım sakatlığını atlatır...
Orta sağa yeni damat Elano(32) koyuluyor mecburen son turnuva zihnimizdeki tazeliğini koruyor. Güney Amerika elemelerinden beri kornerden kopya gollerini izliyoruz kendisinin. Sabri'nin duran top organizasyonlarını durdurulmuş sayıyorum...
Yanında Ferguson'un Manchester'a getirdiği Haşmet Babaoğlu'nun öve öve bitiremediği benimse tüm maçları izlememe rağmen farkında bile olmadığım bir adamdı Kleberson(32). O da ülkemizde oynarken Seleçao'ya çağrılmayanlardan.
Listenin 1 numarası fazla da bir şey yazmanın ayıp olacağı Alex de Souza(68) Venezuela maçıyla kariyerine tek yönlü devam ediyor.
André Clarindo dos Santos(5)'la birlikte Brezilya'nın bir nevi kanatlarını depolamış olduk ligimize...
Ricardinho(24) rahmetli Kazım Kanat'ın Paşası darbe girişimi sonucu görevini terk etmek zorunda kaldı. Sergenekon lanetini üzerinden atamadı. İlk maçında rakip 28 Mart 2000'de Kolombiya'ydı.
Roberto Carlos(148) façasını bu linkle bozsam da Arjantin'e karşı mecburiyetten 12 kez forma giymiştir.
Super Mario Jardel(9) Brezilya ile 1 gol atan Telsim sponsor ürünü, bir Uzan kıyağı, Real Madrid'in çifte kupa sevincini kursağında bırakan hatta devamında çeyrek finalden bile edecek olan ultra primitif hiper golcü...
Bu takıma Didi mi yakışır Zico mu onu Zagallo dede söylesin...
Parantez içleri milli olma sayılarını gösteriyor. Farklı bir şey anlayıp da Carlos'a pres yapmıyor diyen olursa t cetvelim koltuğumun altında dikkat...
Elano "14 Haziran 1991"
21 Temmuz 2009 Salı
Rıdvan Dilmen Futbol Okulu
Zira ben ata sporumuz körlingi anlamıyorum bu sporu benzetebildiğim en yakın şey çocukken misketlerle oynanan "mors"tur. Başka da anlam yükleyemiyorum...
Beşiktaş-Catania İstatistikleri
BJK TV'de "Beşiktaş" Yazılmayacak mı?

"Wolfsburg" Geniş İstatistik






Neden sadece Wolfsburg?
Beşiktaş'ın Şampiyonlar Ligi'nde grubuna düşecek takımlardan biri olduğu için ve 8 kolum yok...
Not: Ayrıca merak ettiğiniz istatistik verisi nedir? Yorumlara yazarsanız sevinirim. Benim aklıma bu kadar ayrıntı geldi...
19 Temmuz 2009 Pazar
Geleceğe Dönüş
O zaman iki takımın kadrolarında yer alan oyunculardan hiçbiri Fenerbahçe formasını koklayamazken
Eduard Cisse Beşiktaş'a;
Shabani Nonda Galatasaray'a;
Tony Sylva ise Trabzonspor'a yar olmuştur.
Tabii ki bizi ilgilendiren bu değil. Burası tekrarın kaynağı olmasa zaman makinası inşasına girdiklerinden şüphelenirdik Bülent Uygun'un hakeme meşhur lafınca.
Ama mucizelere inanalım biz: Paralel evrenden mutedil Aziz Yıldırım gönderilmişti ya seçimler öncesi yanında 2009-2012 spor yıllığıyla birlikte.
Hayat diyalektiktir panzehiri Demirator gelecekten gelir...
Üst üste üç beş şampiyonluktan bahsedenlerden biri sene sonunda chrono"logical" olmayacak...
Üzülmesinler lafımı stabiloyla geri sararken "Hepsine yanyana 100 şampiyonluk diliyorum..."
Süreyya Soner:"Malzemeciden Ötesi"

Video: Malzemecilerin kulüplerin kara kutuları olduklarından hiç şüphem yok. Minik Sergen'den, Ferdinand'dan, Steven Gerrard'dan bahsediyor kendisi. 30 yılını devirmeye az kaldı bu kulüpte ve tartışmasız en medyatik kulüp personeli. Hani emekliliğe! niyeti olsa kalem alsa da yazsa her şeyi ama yazmaz en büyük Zeytinburnusporlu Beşiktaş aşığı...
Not:Absürd komedi tadında bir röportajını da 2.videoda izleyebilirsiniz.
18 Temmuz 2009 Cumartesi
Sivas-PSV Maçı -Olaylar-
Not:19:07 itibariyle karşılaşmanın ilk yarısı oynanmış kabul edilip ikinci yarıdan başlanıldı. Hakemin raporunda belirtmesi durumda 2 oyuncu da Anderlecht maçında oynamayabilir. Yıllar önce Ali Eren Beşerler'i hatırlıyorum da bu ceza ihtimali pek uzak değil...
Kadıköy'de Daha Çok Beşiktaşlı Varmış!

Buna kaderin bir oyunu diyebilirsiniz, Aziz Yıldırım'ın hışmından bahsedebilirsiniz, Yıldırım Demirören'in gırtlaksız transfer politikalarıyla kadroyu şişirmesi de denilebilir vs.
15 Eylül 2004'de oynanan Fenerbahçe-Sparta Prag maçını izlerken farkına vardım. Alex oyuncu değişikliğiyle sahadan çıktığında sahada, şu an Fenerbahçe kadrosunda yer alan sadece 2 oyuncu vardı(Deniz Barış ve Önder Turacı) ve Sivok'un Fenerbahçe'ye neredeyse ilk golünü atacağı videonun sonunda Şükrü Saraçoğlu'ndaki "o anda" daha fazla olan "şu andaki Beşiktaşlıları!" sırasıyla görebilirsiniz...
Şengürbüz'ü Kaybettik
17 Temmuz 2009 Cuma
Beşiktaş Yeni Sezon Formaları
16 Temmuz 2009 Perşembe
Sivasspor-Olympiakos "90 Dakika"
15 Temmuz 2009 Çarşamba
14 Temmuz 2009 Salı
Ulm 1846-Fenerbahçe Geniş Özet


*Emre'nin yükünü hafifletecek bir transferle bu sene, bireysel performansı çok üst düzeye çıkabilir.
*Garip bir zenginlik var: 30 pasla da gol bulabilirler(4-0 lık Galatasaray maçı) mükemmel bir uzun pasla da gole yakın duruyorlar.
*Göbekten kanatlara diyagonal paslar neredeyse hatasız. Kanattan kanada atılan pek top yok.
*Uğur Boral'ın pozisyonuna ya Uğur'a nazaran hücumda daha verimli adam ya da kendi aksine cebinde sadece "one way ticket" olmayan biri transfer edilebilir. (Maç sonunda "İyi oynadık galiba" diyen birine de hangi maçtaydın demekten başka bir lafım yok. Galiba ne demek yahu sen oynadın maçta, hipermetrop musun?)
*Bilica varken Lucio'ya ne gerek var. Orhan Ayhan tabiriyle iki tane defans adamının radyodan zihne yansıması "çalımlar, çalımlar, çalımlar..." şeklinde olabilir(olur da "belkiyle" pay bırakalım) Defans adamı dizi çalımlarla niye dripling yapar. Zaten fantazilerimden biri Servet vs. Lucio "Hangisi daha hatasız dripling yapacak". Fena yakarlar bir gün...
*Alex sahadan kedi geçse çarptırıp muhtemelen ona da asist yapacak.
*Niye bu maçlar Türkiye-İsviçre maç sonu gibi bitiyor. Yanlış görmediysem bir futbolcuya çelme takıldı...
*Maç videosunun geniş özetini çıkarmak "gol olur" laflarının başarı yüzdesini ikiye katlıyor. Tabii ki "ultra defansif" takımların maçlarını yorumlayıp ününüze leke sürmeyin!
7 Temmuz 2009 Salı
Fikstürü Vatan Çekmişti...

NOt: Sağ üst köşedeki ekstra haberde geçen cola yasağından sonra colaturka reklamlarında kim oynayacak Daum,sen mi?
Vassell Gücüme Gidiyor!
Ama kulübünüz her gün Darius Vassell gibi biriyle anlaşamaz.
Kaka’yı unutun Ronaldo’yu da keza Owen ve Ribery’i de, bu yazın en iyi transfer hikayesi Darius’a ait. Geçen yıl, (ilave bilgi: 15 maç oynadı 6+2 İngiltere Premier Lig, 6 UEFA , 1 FA Cup maçına çıktı) sadece Faroe Adaları’nın takımı EB/Streymur’un ağlarını sarsabildi. Fırıncıların ve balıkçıları oluşturduğu bir güruhtan bahsediyoruz…
Bu kadar feci bir sezon geçirdikten sonra menajerinin “ Darius, Avrupa’da bir kulüp seninle ilgileniyor” cümlesiyle Vassell’in gözlerini kapatıp Real Madrid ismini duymayı kendisi de beklemiyordu.
Talibinin hangi limandan gelebileceğini tahmin etmekten başka bir şansı yoktu.
Vassell’e öteden beri bir zaafım vardı. Aston Villa’da oynarken ayak tırnağını matkapla delmesiyle birlikte ayağı mikrop kaptı ve haftalarca oynayamadı. Kendi inancına göre şişmiş parmağın üzerindeki acıyı azaltacaktı.
Milli oyuncu belki meraktan ve nezaketten ötürü Türkiye’ye görüşmeye gitmeyi kabul etti belki de Türkiye’nin vergi konusunda cazip olmasından ötürü tercihini bu yönde kullandı ama gerçek olan bir şey var ki karşılama tek kelimeyle sansasyoneldi.
Ankaragücü başkanı Cengiz Topel Yıldırım, İngiltere’deki karşılığı Michael Knighton gibi duruyor, Vassell’i havalimanında karşılamak için 3000 kişiyi fitilledi ve oyuncu geldiğinde “Evet, mukayese edersek İngiliz Kaka” 'ydı.
1964’ten, yani Beatles’ın A.B.D topraklarına değmesinden beri böyle bir sahne yaşanmamıştı. Darius iyi biri ama kesinlikle John Lennon veya Paul McCartney değil. Belki George Harrison veya Ringo Star’a denk gelebilir ama bir Pete Best değil. Buna rağmen kabul etmek gerekir ki Pete'e yakınlığı George Best’ten daha fazla gibi duruyor.
Kendisi için hiç bir anlam ifade etmeyen sürpriz partiye girmiş gibi gözüküyordu ama herkes kendisine bir içki ısmarlamak için ısrar ediyordu. Sağlam mizaçlı Ankaragücü taraftarları hava alanının geliş bölümünü banliyölerdeki gece kulüplerine benzetmeyi başarmışlardı.
Sahne David Lynch veya Charlie Kaufman filmine benziyordu, “düşündüğünüz gibi biri değilim” daha büyük bir saygıyla size geri dönüyordu. Türkçe dublajlı bir “Brian’ın Yaşamı”. Klipleri dikkatlice izleyin “ Danny Mills’in İngiltere’nin sağ beki olmasından beri bu kadar iyi olmamıştım” ve açıkça Birminghamlı’nın başına neler geldiğini kestirebilirsiniz.
Geldiği anda devasa dövizler de bayram havasındaydı. “Eller havaya, Vassell burada”, “Ankaragücü bir kulüpten öte sen de bir oyuncudan-Ankaragücü’ne hoş geldin”. Vefakar Ankaragücü taraftarı Vassell'in “moonwalk” dansı yapacağını düşünmüş olabilir. Sheffield United’la anlaşmış olsaydı bir kavanoz Bovril’i bile almakta zorlanırdı ya…
Vassell tişörtleri giyen Ankaragücü’nün kadın taraftarları da oradaydı belki de Vassell Ankaragücü’nde adını V-man olarak değiştirmeyi düşünmeye başlamıştır.(Notumu ekleyeyim: Burayı kestim anladığım gibi olmayabilir sonra kriz çıkmasın)
Düşleri bir Ankaragücü taraftarının meşale yakmasıyla sonlanıyor . Hava alanında. Sadece Türkiye’de. Üzerlerindeki polyester tişörtleriyle 3000 Tony Soprano kılıklı adamla dolu bir yerde hiç de iyi bir fikir değil…
Ankaragücülüler tarafından atkıyla ve formayla sarınıp sarmalandıktan sonra aklı karışmış şekilde arabaya bindirildi ama otele doğru giderken arkasına 50 otobüs ve 250 otomobilden oluşmuş bir konvoyu da peşine takarak; böylelikle yarı Tanrı sıfatına yükseltilen Vassell’in imzası garantiye alınmış oldu…
Yazının orijinali burada. Kriz! çıkartabilecek yerini çevirmedim.
6 Temmuz 2009 Pazartesi
NtvSpor 5'te 5
Bizimkiler: Beşiktaş-Malatyaspor
5 Temmuz 2009 Pazar
From Russia With Love

Dün, Fotomaç'ta Love haberi görünce bu sevda ne zaman başladı diye merak ettim ve tekrarlanmamış Love transfer haberlerinin sadece Fenerbahçe ile olan kısmını çıkardım. Sonuç beklediğimden de fazlaydı. 19 Kasım 2007'de başlayan bu serüvende 18 kez tekrar görüyoruz. Umarım Fenerbahçe'ye gelir Love da biz demiştik derler yoksa haberlerde adını geçirmedikleri Galatasaray'ın 007'si bu işi bitirirse yazık olur.
http://arsiv.fotomac.com.tr/2007/11/19/fen114.html
http://arsiv.fotomac.com.tr/2007/12/26/ana101.html
http://arsiv.fotomac.com.tr/2007/12/27/fen104.html
http://arsiv.fotomac.com.tr/2007/12/30/ana101.html
http://arsiv.fotomac.com.tr/2008/01/03/ana101.html
http://arsiv.fotomac.com.tr/2008/01/04/fen118.html
http://arsiv.fotomac.com.tr/2008/02/14/fen109.html
http://arsiv.fotomac.com.tr/2008/04/22/fen101.html
http://arsiv.fotomac.com.tr/2008/04/25/ana101.html
http://arsiv.fotomac.com.tr/2008/04/29/fen106.html
http://arsiv.fotomac.com.tr/2008/05/17/ana102.html
http://arsiv.fotomac.com.tr/2008/05/18/fen104.html
http://arsiv.fotomac.com.tr/2008/05/19/ana101.html
http://arsiv.fotomac.com.tr/2008/05/19/fen101.html
http://arsiv.fotomac.com.tr/2008/05/20/fen101.html
http://arsiv.fotomac.com.tr/2008/10/13/ana101.html
http://www.fotomac.com.tr/2009/02/09/fen101.html
http://www.fotomac.com.tr/2009/07/04/fen110.html
Osmanlı'dan Vuvuzela Taktiği
Yemleme

Günün haberi Fanatik'ten geliyor. Normal olarak bu haber gazetede niye yer alır diyebilirsiniz ve kale almazsınız.
Haberimiz burada isterseniz okuyabilirsiniz. Özetini çıkartalım...
Habere göre çift kale maç öncesi Mustafa Denizli takımları kurmak için antrenman yeleklerini Fabian Ernst'e veriyor. Ernst de kendi dahil 10(?) kişilik kadrosunu oluşturuyor. (Takımda yerliler yabancılar ayrıldı gibi bir sonıç çıkartymayın)
Yapılan uygulamanın bilinçli olduğunu düşünürsek Mustafa Denizli'ye saygımız artar. Tabii ki bazı hocalar da bunu denemiştir ama neden yaptıklarıyla alakadar fikir yürütelim.
1-Anlık takım içi dengeleri öğrenmek istemeniz size bu uygulamayı yaptırabilir. Ortalığı bir güzel yemlersiniz.
2-Takım içi dengelerden habersizsinizdir. Bu seçenek Mustafa Denzili için geçerli değildir(aksini düşünmek bile istemem) ama yurt dışından gelen bir teknik adamla ilgili neden böyle bir habere rast gelmedim.İstihbarat yetenekleriniz kısıtlıysa mükemmel bir şans elde edebilirsiniz.
3-Futbolcunuzla hangi düzlemde olduğunuzu anlayabilirsiniz.
4-Biz de o futbolcunun teknik adamlık kariyerliğiyle alakadar ufak da olsa ön bilgi elde ederiz.
Mustafa Denizli, Gökhan Zan konusunda yönetime kalması yönünde rapor verdim açıklamasıyla ve imza törenindeki Delgado kaptanlığına dair soruyu gülümseyerek karşılamasıyla hata yapmıştır diyebilirim ama haberde yer alan yemleme olayından ötürü zekasının seviyesi konusunda şüphem kalmamıştır.
Yemleme: Bir kimseyi elde edecek, kandıracak biçimde davranma
2 Temmuz 2009 Perşembe
Galatasaray'ın 18. Şampiyonluğu mu var?

| 2008 - 2009 | 2007 - 2008 | 2006 - 2007 |
2005 - 2006 | 2004 - 2005 | 2003 - 2004 | 2002 - 2003 |
2001 - 2002 | 2000 - 2001 | 1999 - 2000 | 1998 - 1999 |
1997 - 1998 | 1996 - 1997 | 1995 - 1996 | 1994 - 1995 |
1993 - 1994 | 1992 - 1993 | 1991 - 1992 | 1990 - 1991 |
1989 - 1990 | 1988 - 1989 | 1987 - 1988 | 1986 - 1987 |
1985 - 1986 | 1984 - 1985 | 1983 - 1984 | 1982 - 1983 |
1981 - 1982 | 1980 - 1981 | 1979 - 1980 | 1978 - 1979 |
1977 - 1978 | 1976 - 1977 | 1975 - 1976 | 1974 - 1975 |
1973 - 1974 | 1972 - 1973 | 1971 - 1972 | 1970 - 1971 |
1969 - 1970 | 1968 - 1969 | 1967 - 196 | 1966 - 1967 |
1965 - 1966 | 1964 - 1965 | 1963 - 1964 | 1962 - 1963 |
1961 - 1962 | 1960 - 1961 | 1959 - 1960 | 1959 |
TFF bu adresteki bilgilerle bazı şeyleri kısmen kabul ettiğini gösteriyor. Tahkim Kurulu kararına rağmen oynanmış lig sayısı verilen yıldız sayısından iki eksiktir diye not da düşmeyi ihmal etmemişler. (Ayrıca bu adreste de Zaman gazetesi de neyin peşinde! bir bakınız)
Tahkim Kurulu’nun -kararlarının niteliğinde- şu ibare göze çarpmaktadır.
Tahkim Kurulu kararları kesin olup, idari veya yargısal mercilerin onayına tabi olmadığı gibi, bu kararlara karşı idari veya yargısal mercilere başvurulamaz. Bu husus, Anayasa Mahkemesinin, Danıştay’ın ve Yargıtay’ın çeşitli kararları ile de ortaya konulmuştur. Ancak Kurul nezdinde yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunulabilir.
Tahkim kurulu Kararları, TFF tarafından derhal uygulanır (Talimat md. 16)
Tüm bunlara rağmen olaylara olabildiğince tarafsız yaklaşalım:
Beşiktaş 1956-1957 ve 1957-1958 sezonlarında Türkiye Federasyon Kupası adıyla düzenlenen müsabakada İstanbul dışındaki takımlarla da karşılaşıp 2 şampiyonluk kazanmıştır ve Kupa 1’e gitmeye hak kazanmıştır. Demek oluyor ki ulusal çapta en büyük anlam zamanında bu kupaya yüklenmiş. Kupa statüsü de Şampiyonlar Ligi veya Europa ligine benzemektedir. Eleme-Gruplar-Eleme(2.)
Aklınızdan şöyle bir şey geçirebilirsiniz. “O zaman Fuar Şehirleri Kupası daha başlamamıştı; onun için Federasyon Kupası şampiyonunu Kupa 1’e gönderdiler” ama burada asıl mesele Tahkim Kurulu kararına göre ülkeyi Kupa 1’de en üst organizasyonda şampiyon olarak temsil etmek size otomatikman yıldıza bir dilim kazandırıyor. Böyle bir sebebi göz önüne alırsak da Galatasaray’ın 1956-1957 döneminde Kupa 1’de yer almasının kendine yıldız diliminde avantaj sağlanmamasıyla olay yeni bir boyut kazanıyor.
Bunu da çürütelim. O zaman bölgesel ligler oynanıyordu ve Galatasaray’ın nasıl gittiğiyle alakadar elimde tersi bir veri olmadığı için rahatlıkla söyleyebiliyorum ki Galatasaray, İstanbul Profesyonel Ligi şampiyonu olarak Kupa 1 vizesi almıştır. Diyebilirsiniz ki diğer ligler profesyonel değildir ama o yıllarda Ankara ve İzmir Ligi de profesyoneldi. UEFA’nın Galatasaray’a davetiye vermediğini ya da TFF’nin kura çekimiyle sarı-kırmızılı ekibi Kupa 1’e göndermediğini varsayarsak o yıllarda en önemli organizasyon İstanbul Ligi olarak görülmektedir.
İstanbul Ligi en önemli organizasyon olarak kabul ediliyorsa neden 1956-1957 yılında şampiyonluk yaşamış Fenerbahçe değil de Federasyon Kupası kazanmış Beşiktaş Kupa 1’e gitmeye hak kazandı.
Benim aklıma şöyle bir şey geliyor:
Kupa 1 maceramıza ilk olarak Galatasaray bir şekilde gönderilmiştir ve diğer bölge liglerinin itirazıyla da ertesi sene, Federasyon Kupası organize edilmiştir.
İki şampiyonluğa karşı çıkılıyorsa benzeri bir formatta düzenlenmiş 1959 Milli Lig’i sonuçları da “yıldız hesabına” dahil edilemez. [Federasyon Kupası düzenlendiği süreçte bölgesel ligler devam ettiği için Beşiktaş’ın şampiyonlukları göz ardı edilmelidir diyenler olacaktır ama 1959 Milli Lig’e katılmak için bölgesel ligde derece yapmak zorundaydınız bu yüzden 1959 yılındaki bu ligin Federasyon Kupası formatından (bir şeye bağımlı olduğu için) farkı yoktur ayrıca Milli Lig düzenlendiği için kupanın kaldırıldığını da hatırlatalım]
Şu soruları da soralım:
a- Federasyon, Tahkim kararını neden uygulamıyor?
b- Galatasaray Kupa 1’e hangi gerekçeyle gönderildi?(geçmişi sorgulama)
c- Eğer ki Galatasaray’ın gönderilmesi hak edilmiş bir biçimdeyse Galatasaray’ın şampiyonluk sayısı Beşiktaş lehine alınan Tahkim kararıyla 18 olmuyor mu?
Belgesi olan varsa sevinirim a b ve c için?
Bugün 2 Temmuz!

Şimdi aşk kaçmış bir ilmektir gövdenín örgüsünde,
Uykusuz bir gecenin çitlerine takılan.
Sökülür durmadan uzayan ipliğiyle,
Sarılır mekiğine sabahın
Ürkek bir güvercin halinde.
Ve sen eksildikçe o güvercin tamlanır,
Kanatlanır böylece köpüren özlemiyle.
Uçar gider geçmiş bir günün ardından,
Bir tüy kalır geriye senin bittiğin yerde.
Seninle birlikte gidenlere...
1 Temmuz 2009 Çarşamba
FIFA'daki En Büyük Düşüş!
Ay | Yıl | Sıra | Puan |
10 | 2001 | 34 | 624 |
11 | 2001 | 23 | 660 |
12 | 2001 | 23 | 663 |
1 | 2002 | 23 | 663 |
2 | 2002 | 25 | 661 |
3 | 2002 | 25 | 656 |
4 | 2002 | 25 | 650 |
5 | 2002 | 22 | 654 |
7 | 2002 | 12 | 707 |
8 | 2002 | 11 | 707 |
9 | 2002 | 7 | 721 |
10 | 2002 | 8 | 727 |
11 | 2002 | 8 | 728 |
12 | 2002 | 9 | 729 |
1 | 2003 | 7 | 736 |
2 | 2003 | 7 | 735 |
3 | 2003 | 7 | 732 |
4 | 2003 | 8 | 728 |
5 | 2003 | 8 | 722 |
6 | 2003 | 7 | 733 |
7 | 2003 | 7 | 738 |
8 | 2003 | 7 | 739 |
9 | 2003 | 8 | 743 |
10 | 2003 | 8 | 742 |
11 | 2003 | 7 | 739 |
12 | 2003 | 8 | 738 |
1 | 2004 | 8 | 738 |
2 | 2004 | 9 | 737 |
3 | 2004 | 9 | 733 |
4 | 2004 | 8 | 732 |
5 | 2004 | 7 | 737 |
6 | 2004 | 5 | 733 |
7 | 2004 | 10 | 723 |
8 | 2004 | 10 | 719 |
9 | 2004 | 13 | 711 |
10 | 2004 | 12 | 711 |
11 | 2004 | 12 | 721 |
12 | 2004 | 14 | 711 |
1 | 2005 | 14 | 711 |
2 | 2005 | 15 | 709 |
3 | 2005 | 15 | 705 |
4 | 2005 | 14 | 719 |
5 | 2005 | 14 | 712 |
6 | 2005 | 14 | 719 |
7 | 2005 | 12 | 716 |
8 | 2005 | 12 | 712 |
9 | 2005 | 12 | 731 |
10 | 2005 | 11 | 743 |
11 | 2005 | 11 | 749 |
12 | 2005 | 11 | 748 |
1 | 2006 | 11 | 748 |
2 | 2006 | 11 | 746 |
3 | 2006 | 11 | 743 |
4 | 2006 | 13 | 733 |
5 | 2006 | 14 | 726 |
7 | 2006 | 27 | 824 |
8 | 2006 | 28 | 824 |
9 | 2006 | 28 | 810 |
10 | 2006 | 21 | 873 |
11 | 2006 | 25 | 845 |
12 | 2006 | 26 | 845 |
1 | 2007 | 27 | 845 |
2 | 2007 | 26 | 825 |
3 | 2007 | 27 | 815 |
4 | 2007 | 17 | 892 |
5 | 2007 | 19 | 896 |
6 | 2007 | 21 | 904 |
7 | 2007 | 24 | 876 |
8 | 2007 | 22 | 915 |
9 | 2007 | 21 | 883 |
10 | 2007 | 28 | 771 |
11 | 2007 | 16 | 924 |
12 | 2007 | 16 | 924 |
1 | 2008 | 16 | 924 |
2 | 2008 | 18 | 927 |
3 | 2008 | 18 | 924 |
4 | 2008 | 23 | 860 |
5 | 2008 | 25 | 856 |
6 | 2008 | 20 | 877 |
7 | 2008 | 14 | 1010 |
8 | 2008 | 13 | 1010 |
9 | 2008 | 10 | 1033 |
10 | 2008 | 13 | 1021 |
11 | 2008 | 13 | 1032 |
12 | 2008 | 10 | 1016 |
1 | 2009 | 10 | 1016 |
2 | 2009 | 10 | 1040 |
3 | 2009 | 11 | 1009 |
4 | 2009 | 14 | 925 |
5 | 2009 | 14 | 923 |
6 | 2009 | 12 | 964 |
7 | 2009 | 28 | 809 |
| Yürürlükteki Sistemdeki Güncellemeler |
Karşılaşmalar | Tüm A Milli Takım Maçları |
Sonuç: Galibiyet-Beraberlik-Yenilgi | 3 puan -1 puan – 0 puan |
Maçın Önemi | 1 (Dostluk Maçı) ila 4 (FIFA Dünya Kupası) |
Rakibin Kuvveti | Dünya sıralamasındaki yeri (no. 1 = 2.00, no. 30 = 1.70, no. 118 = 0.82 vs.) |
Bölgesel Güç | Geçmiş üç Dünya Kupası’nda alınan sonuçlar (Her bir konfederasyonun maç başına kazanımları) |
Periyot | Son 4 sene içindeki sonuçların öneminin yıl aşırı yüzdece azalması Son Sene 100% 1 sene evvel 50% 2 sene evvel 30% 3 sene evvel 20% |
Bir yılda oynanan maç sayısı | Son 12 ayda oyanan maçlardan kazanılan puanların ortalaması (en az: 5 maç) |
Atılan Gol | -- |
İş ve Dış Saha Maçları | -- |

2001 yılının Ekim'inde 34. olan ülkemiz sonrasında en alt seviye olarak 28. liği bir kaç defa daha görmüştü ama bu denli irtifa kaybetmemişti. En son 2006 Mayıs-Temmuz arasında 13 sıra birden düşen Türkiye, bu ay 16 sıra kaybetmiş durumda...
Emeği geçen tüm teknik ekip ve futbolculara teşekkürler!