17 Şubat 2011 Perşembe

Sheva Sheva Bobo


Hafta sonundaki defans dörtlüsünün yüzde 75’i değişmiş bir takımdan ilk yarıda iki hata ile oynamasını beklemek çok iyimser olacaktı. İki tehlikenin de futbolcu kişiliği pişmaniyeleşmiş Shevchenko’dan kaynaklandığı, birinin yardımcı hakem tarafından prematüre bırakıldığı diğerininse penaltı noktasında boş kalan “Sheva’yı tutun la” diye bağırmamın ardından Vukojevic tarafından golle sonuçlanması tüm her şeyi geri dönüşüm kutusuna atmaya yetiyordu. Pozisyonların membasının sol kanat olduğu ve sahanın en genç ikinci oyuncusu ile en yaşlı ikinci oyuncusu arasında geçmesi de ayrı bir rahatsızlık yaratıyor. İlk 20 dakika İsmail’in ilk defa bu kadar verimli oynadığını belirtelim. Attığı şutun dışarı çıkmasının ardından formasının arkasına “acaba İbrahim mi yazdılar” bakışına keşke yazsaydı demekten başka bir şey diyemem. İlk defa bu kadar pozitif baktığım adam kalan 70 dakikada hiçbir zaman ama hiçbir zaman bek potansiyeli bile taşıyamayacağını gösterdi. Bu arkadaşı Arif Erdem “süper” dediğinden beri şüpheli listemde tutuyorum. Bek olarak vasat altı olsa da fena olmayan bir hücumcu yaratılabilir kendisinden. Simetrisindeki Hilbert de zaten bek değil. Bu yüzden pozisyon hatalarına tek kelime edemeyiz ancak tribünler mademki performansı sekenlere yuh çekiyor, 1. ve 2. gollerde Sheva’yı marke edememesine rağmen Hilbert'e övgü nidaları günün anlam ve önemine pek uymamıştır. Protestoların 90 dakikanın bitiminde yapılmasının daha az zarar getireceğini söylemek abesle iştigal olmaz.
Kadrolar açıklandığında Schuster’in güvenmediği Bobo’yu direkt sahaya sürerek Almeida’yı yedek oturtması kimsenin aklına yatmaz. Mevcut düzende Nobre’nin sahada yer alması ayrı bir üzücü durumdu. Manisaspor maçında mal bulmuş da kudurmuş gibi bu takım anahtar deliğinden izlenir demiştim. Bu benzetmeyi lig maçlarında hiç kullanmadım (zira ligdeki Beşiktaş’a dair, bu yazıdan sonra, kendimi hiç yormadım) sadece hedef alınan kulvarlarda geçerli olduğunu söylemeliyim. Türkiye Kupası ve Avrupa Ligi için Schuster’in mantalitesinin yaralı olacağına inanarak söylemiştim lakin çıkardığı hiçbir kadroya bu denli isyan etmemiştim. Kulüp Avrupa’da oynasın diyerek Almeida’yı alıyor kendisi ise oyuncuyu Fenerbahçe maçına saklıyor gibisinden bir izlenim yaratarak ilk 11’e almıyor. Beşiktaşlı olmasam “Hoca kendini kovdurtmak mı istiyor?” sorusu beyin kıvrımlarımda slalom yapardı.
Takım ceza sahası içine ilk 75 dakika 1 veya 2 kez iki adam üstünü sokabilmişken hangi Dünya takımından bahsedelim. Yalandan da olsa bir ofsayta düşselerdi fena mı olurdu.
Bu takımda ise hala Aurelio’nun oynaması içimi yaralayıp duruyor. Aurelio’yu başta savunanlara hiç kızamıyorum çünkü büyük bir sihrin içinde gözler kamaşabiliyordu ve de rasyonel bakılabiliyordu. Alın işte rasyonellik kulübün başkanı kendi oyuncusuna zamanında girişene kontrat uzatırken zoraki kaptanının kontratını yırtabiliyor. Hep lahana turşusu hep lahana turşusu ama reklamlarında kullandığı gibi Dünya standartlarında Brüksel lahanası…
Aurelio oynarsa takım az gol yer miti de artık bütün fırınlarda yakılıp külleri deniz tarafındaki kalenin içine serpiştirilebilir. Adam defanstaki ikilinin arasından çıkmıyor, sürekli araya kaçıyor. Bu kadar G-string futbolcun olursa da orta sahada, Beşiktaş’taki arsa fiyatları göz önüne alındığında sahibini milyoner yapabilecek boş bir tarla ortaya çıkıyor.
Yine de Beşiktaş adına istikrardan yana duralım derim. Y.D. hiçbir hoca ile 2 tam yıl çalışmamışken bunu Schuster ile yaşamak zorundadır. Tekrar suçu hocaya atıp işten paçayı sıyırırsa(ki İbrahim olayından sonra Schuster’e taraftarın bakışı hiç de iyiye gitmiyorken olasıdır) samimiyetsizliğin en büyüğünü yapar ve daha da ilerisi yoktur.
Seneye bu takımın geri beşlisini düzeltilmez ve bir de son vuruş ustası gelmez ise aynı teranelerini dinler dururuz…
Dinamo Kiev’in Almeida’sı sivrisinekten farksızdı ha bir de ülkenin yan top sorunu var demesin kimse…Hocan yabancı, takımının yüzde 85’i yabancı…Eee…
Bu skordan sonra Kiev’e gitmeye hevesli olan adamların eşlerine iyi bir boşanma avukatının numarasını verebilirim…
Bir de Emre Tilev'in Q7'nin kırmızı kartına kadarki iyi niyeti(ki o kartı görmese gösterdiği bireysel dirençten ötürü kendisine destan düzerdim) yanında Polyana halt etmiş...

Üzülmeyin ha Çernobil ha Beşiktaş....

 Başlık Atla gel Şeva filminden...

Hiç yorum yok:

Related Posts with Thumbnails