27 Temmuz 2010 Salı

Martin O'Neill'dan Neil Lennon'a

Neil’la güzel bir yaz sabahında, kendi evi Lurgan’dan çok da uzak olmayan yerde ilk defa karşılaşmıştık. Menajerlik kariyerimin daha ilk basamağındaydım ve o da, Manchester City zamanından kalma sırt sakatlığının gölgesinde, Crewe Alexandra için ter dökerek futbol kariyerini yeniden inşa etmeye çabalıyordu. Kendisine hayat boyu şans diledim ve oradan ayrıldım. Neil Lennon da sıkıntıları da aklımın ucuna gelmedi. Yıllar sonra kendisine teklif yapacağım konusunda en ufak bir fikrim yoktu. Leicester City bana emanetti ve asistan menajerim John Robertson’la birlikte Stockport’a gitmiştik. Ağıldan pek de farkı olmayan bir yerde orada sürekli oturan birini Premier League kulübü Coventry City yerine bir alt ligde oynayan Leicester City’e gelip, takımı üst lige çıkartmaya yardımcı olması için ikna etmeye çabalıyorduk. Odanın köşesinde birkaç fare görmüştüm ama muhtemelen yüksek volümlü Oasis müziklerinden sağır olmuşlardı ve yerde duran ton balıklı sandviç parçalarına arzulu bir şekilde bakıyorlardı. Yardımcımla birlikte kararlıydık; İrlandalı kızıl saçlı tıknaz adam bize evet diyene kadar oradan ayrılmayacaktık. Fareler sandviçi bitirip bitirmedi mi bilmiyorum ama tıknaz kızıl Leicester’a gelmeye karar vererek benim pastırmalarımı kurtarmış oldu.
Akabinde ki dört sene boyunca Filbert Street’de kazandığı toplarla, oyunuyla, kelimeleriyle ve genelde mükemmel performansıyla devasa bir hükümrandı. Takım arkadaşlarının ona taktığı isimle “Lenny” hem saha içinde hem de saha dışında insanlar üzerinde ivedi ve derin etkiler bırakabiliyordu. Her bir Leicester taraftarının onun mükemmelliğine tanıklık edeceğine eminim. Lennon’ın ayrılmasından sonra kulübün de istenilen başarılara ulaşamaması belki de
bunun kanıtıdır.
Takımı 2000 yılında bıraktım çünkü Celtic’in teklifi reddedilemez boyuttaydı. Yoldaşımı Celtic’e kazandırmak için eski kulübüme yüklü bir teklif sundum. Çeşitli nedenlerden dolayı o senenin Aralık ayına kadar kendisini kadromuza katamadık. Sonunda beş milyon yedi yüz elli bin sterlinle artık bizdeydi. Kendiyle birlikte çıktığımız ilk maç soğuk bir Dundee gecesine rastladı. Maçı güç bela kazanmıştık.* Ve ertesi gün memnuniyetsiz bir muhabir Neil Lennon’ın alınması için neden bu kadar istekli olduğumu öğrenmek istiyordu. Sanırım tıknaz kızılın beş buçuk yılda yaptıklarından sonra bazı şeyleri anlamıştır muhabirimiz. Lennon Leicester’da ne yaptıysa daha fazlasını sevgilisi Celtic’e vermiştir.
Tartışma ve Lennon kaçınılmaz biçimde birbirine bağlıydı ama geçmişine baktığınızda Glasgow’daki potansiyel sıkıntılar hiç de uzak sayılmazdı. Bazı durumlarda Neil masum bir arkadaşınız olmayabilir. Paul Lambert, Chris Sutton, Alan Thompson, John Mjalby ve Henrik Larsson’la dolaştığı geceler olaysız geçmiyordu. Ertesi sabah idmanda şu soruyla muhabbette başlıyordum. “Dün gece, neredeydin Lenny? İşin içinde sen de var mıydın?”. Cevabı ise genelde “Müdür, yok öyle bir şey” oluyordu ama cümlenin arkasına “Pekala, hepsi benim suçum değildi…” ekleniyordu. Bir oyuncunun aldığı ölüm tehditleriyle her şeyini verdiği milli takımını bırakması ne kadar üzücü bir gelişmeydi. Ondan çok memnunum ve inanılmaz bir karaktere sahip biri-bunun kendisini on yılı aşkın bir süredir takip eden biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim. Annesi Ursula ve babası Gerry’e de şükran sunmalıyız, onlar da çoğu ebeveyn gibi çocuklarıyla mütemadiyen gurur duyuyorlar. Lennon’la birlikte kulübün kısacık tarihinde beraber olduk ve kendisinin gerçek bir Bhoy olduğunu düşünüyorum.

* Burada hata var gibi zira maçları kontrol ettiğimde Neil Lennon ilk maçını Dundee maçından 9 gün evvel oynamıştır ve o karşılaşmada Aberdeen'i 6-o yenmişler.

Bire bir çeviri değildir...

Hiç yorum yok:

Related Posts with Thumbnails